Yaz mevsimi geldiğinde insanların sıvı tüketme oranı güneş ve onun sıcağının etkisi ile doğru orantılı olarak artıyor. Aslında bu bana göre kış aylarında birçok insanın oldukça az sıvı tüketme oranını dengeliyor. Sıvı tüketme deyince elbette aklımıza ilk olarak su gelir. Çünkü su bizim ve birçok canlının da yaşam kaynağıdır. Bizi hayatta tutan ve dinç hissetmemizi sağlayan en önemli besindir. Evet, su için besin diyorum fakat bu besin olmazsa olmaz bir kategoride yer alıyor. Yani öyle olmasa da olur diyebileceğimiz bir madde değil. Sıvı tüketimi yaz mevsiminde artış gösteriyor dediğim gibi. Fakat biz bu sıvı ihtiyacımızı sadece su ile gidermiyoruz. Aslında yine su işin içinde oluyor elbette. Fakat dolaylı yoldan oluyor. Belki de dolaylı yolda olan su ile birleşen diğer besinlerdir. Bu da ayrı bir tartışma konusu olabilir sanırım. İçtiğimiz her şeyin içinde su vardır. Yani su olmadan bir içecek yapmak hemen hemen imkansızdır. Su derken de sadece kaynak suyu gelmesin aklınıza. Bitkilerin, meyvelerin kendi içinde barındırdığı suları da buna dahil ediyoruz. İşte su ile çeşitli besinleri birleştirerek meyve suları, kahveler (soğuk kahveler de dahil), çaylar ve alkollü içecekler yapabiliyoruz. Bu da doğal olarak bizlerin susuzluğunu gidermede geniş bir yelpaze sunuyor. Elbette çok susamış birisinin susuzluğunu bu tür karışımlar yerine doğal kaynak suları, yani suyun ta kendisi etkili bir şekilde gidermektedir. Fakat ben bu yazıda size yaşam kaynağımız suyun kendisinden değil vesile olduğu bir başka iç serinleten ve oldukça köklü bir tarihi olan alkollü bir içecekten bahsetmek istiyorum. Alkol fobisi olanlar bu noktada yazıdan ayrılabilirler. Hoş öyle insanların bu zamana kadar çoktan bu sitede olmaması gerekiyordu zaten. Bir avuç insana hitap eden biri olarak o türden insanların burada görmek de istemem.
Buz gibi bir bira yaz sıcaklarında nasıl da güzel gider? Buz dolabında özenle en soğuğunu seçeriz ve bir an önce açıp içmek için para alışverişini hızlı hallederiz. Zira her bir saniye kavurucu sıcaklar karşısında biranın ısınması anlamına geliyor. Hemen işimizi halledip biramızın kapağını açtığımızda ve büyük bir yudumu gırtlağımızdan aşağıya doğru saldığımızda “oh be” diye ünlem veririz. Bu ünlem içtiğimiz biranın vücudumuzda yarattığı ferahlığın ve tadındaki hoşluğun işaretidir. Bira, alelade bir içecek gibi görünüyor birçoğumuza. Fakat durum hiç de öyle değildir. Özellikle zamanında birkaç Avrupa ülkesini gezdiğimde bunu çok daha iyi idrak etmiştim. Zira bizim gibi kapalı ve bağnaz olmayan birçok Avrupa ülkesinde bira adeta bir kültürdür. Öyle ki tarihi bira fabrikaları ve yüzlerce çeşit biraları ile Avrupa bu kültürün en önemli medeniyeti konumundadır. Almanya, Belçika, Birleşik Krallık ve Çekya gibi ülkelerin lokomotifliğini yaptığı bira üretimi ve kültürü tüm dünyaya yayılmıştır. Fakat bu yayılım elbette her ülkede karşılık bulmamıştır. Orta Doğu gibi tutucu ve dindar ülkelerde günah gözüyle bakılan bira, Asya ülkelerinde ise daha nevi şahsına münhasırdır. Asya ülkeleri her ne kadar Avrupa’dan bira ithal ediyor olsa da kendi ürettikleri biraları da oldukça güzel ve çeşitlidir. Bu nedenle yerel markalar Asya ülkelerinde daha fazla tercih edilmektedir. Bunun ülkeye bağlılık sembolü olduğunu ve güvenin de bir işareti olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Peki ama biranın tüm dünyada böylesine geniş çaplı seveni olmasının başlangıç noktası neresidir?
Bira, dünyada yapılmış en eski içecek olarak bilinmektedir. Yapılan birçok araştırmada biranın tarihinin gerçekte çok köklü olduğunu ve birçok medeniyetin sofralarında yer aldığını göstermektedir. M.Ö. 5000 civarında Mısır uygarlığı birayı ilk mayalayan toplum olarak bilinmektedir. Bunu belgeleyen papirüs parşömenleri vardır. Yani biranın var olması kudretli bir medeniyet olan Mısır sayesinde gerçekleşmiştir (en azından yazılı / çizimli kaynaklara göre). Bira dendiğinde akla genellikle beyaz (sarı renkteki klasik bira) gelmektedir. Fakat Mısırlıların mayaladıkları ilk biralar elbette bu şekilde değildi. Onların yaptıkları biralar günümüzde içilmesi çok zor olan bir içecek olurdu muhtemelen. Hurma ve nar gibi bitkilerin demlenmesi ve sonrasında ile mayalanması ile oluşan bu içecek Antik Mısır’da ilk başlarda dini törenler için kullanılmıştır. Evet, mısırlılar alkollü bir içecek yapıyor ve bunu dini törenlerinde kullanıyorlar. Ne kadar günahkârlar öyle değil mi? Hatta bu bira üretiminin başını çekenler ise “Tanrı-Kral” olarak adlandırılan firavunlardır. Firavunların farklı metotlar ve farklı bitkilerle sürekli bira denemeleri yapmaları meşhurmuş. Hatta firavunlar için ilk bira üreticileri de denmektedir. Keyfine düşkün tanrı krallar olunca böyle oluyor demek ki! Bu tür birleşimlerde elbette daimî oyuncu maltlı arpa olmuştur.
Malt; bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmış arpaya denmektedir (TDK). Yani maltlı arpalar biranın iskeletini oluşturmaktadır. O zamanlardan günümüze kadar bu arpa şekli ile sayısız biralar üretilmiş ve içilmiştir. Mısırlıların bira yapması ise elbette tesadüfi olmamıştır. Her ne kadar Mısır papirüsleri gibi yazılı belgelerde barınmasa da, biranın M.Ö 10.000 yılında Mezopotamya topraklarında yani bizim de içinde yaşadığımız ve atalarımızın da at koşturduğu bu topraklarda peyda olduğu varsayılmaktadır. Bunun akla yatkın bir varsayım olduğunu düşünüyorum açıkçası. Zira bira için gerekli olan arpanın en önemli kaynağı uzun yıllar bu topraklar olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu varsayımın dayandığı yazılı bir kaynak olmasa da bu bölgede bulunan çanak ve taslarda arpa artıklarına rastlanmıştır. Bu çanaklarda kalan tortuların muhtemelen ilkel yollarla fermente edilen ve insanları sarhoş edici etkiye sahip olan bir içeceğin kalıntıları olduğu düşünülmektedir. Yani biranın ana vatanı şu an bizim de içinde yer aldığımız bu verimli arazidir.
Avrupa ile özdeşleşmiş bu içkinin çıkış noktası bu topraklar olunca haliyle insan da şaşırma oluyor. Binlerce yıl öncesinde bu topraklarda yaşayan köklü uygarlıkların sofralarında, dini törenlerinde ve kutlamalarında yer alan bira, Avrupa’ya çok sonra ulaşmıştır. Saltanatını Mezopotamya’da kuran ve bir süre buradaki halkın dudaklarını ıslatan bira her zaman deneysel bir içki olmuştur. Sürekli üzerinde yeni bir şeylerin denendiği, farklı mayalama şekillerinin ve farklı birleşimlerin uygulandığı bir içecek olmuştur. Öyle ki her topluluk ile özdeşleşen biralar oluşmaya başlamıştır. "A" yöresinde farklı bir bira tüketilirken, "B" yöresinde farklı bir bira tüketilme başlanmıştır. Bu durum birayı bir bakıma kozmopolit bir içecek haline getirmiştir. Evet, bira her ne kadar Mezopotamya’da doğmuş olsa da bu içeceğin dünya yolculuğu elbette kaçınılmazdı. En nihayetinde yolculuğunu Avrupa’ya doğru gerçekleştirdi. Mezopotamya toprakları oldukça verimli topraklar olsa da bira için gerekli olacak arpa sadece burada yetişmiyordu. Arpa, birçok bölgede yetişebilen bir bitki olduğu için birçok ülke kendi birasını yapma şansına da erişmiştir. Kuzey Avrupa topraklarına ulaşan bira, burada yaşayan kişileri de oldukça etkilemiş ve beğenilerini kazanmıştır. Elbette günümüzde olduğu gibi buz gibi bir bira içme şansları yoktu o zamanki toplumların. Dinlendirilme işlemi sonrası serinleyen ve ılık sayılabilecek bir şekilde tüketilen biralar popülerliklerini kaybetmeden yükselmeye devam etmişlerdir. O zamanki fermantasyon işlemleri sonucunda biralar genellikle yüksek alkollü olarak üretiliyordu. Bir de günümüzdeki gibi soğuk içilmeyince insanları çok çabuk sarhoş edebilen bir içecek konumundaydı. Biranın Avrupa’ya göçü sonrası insanların büyük bir sevinci olmuştur. Çünkü daha önceki yazım olan
“Sınıfsal Var Olma Mücadelesi”nde de söz ettiğim gibi Avrupa uzun süreler pislikle boğuşmak zorunda kalmıştır. Daha doğrusu insanlar kendi pislikleri ile yaşamışlardır. Bu yüzden Avrupa’da yaşayanların içme suları da kendi kakaları ve çişleri ile sürekli karışmaktaydı. Temiz su bulmak çok zor oluyordu. Sular kaynatılarak bir çözüm bulunuyordu belki ama elbette bu da günlük ihtiyaçları karşılamada sekteye uğratıyordu. Biranın formülündeki mayalanma, demlenme, fermantasyon gibi işlemler sayesinde insanların içme suyuna nazaran daha sağlıklı olduğu görülmüştür. Bu durum da Avrupa halkının susuzluğunu gidermede birayı oldukça önemli bir konuma getirmiştir. Biranın aynı zamanda besleyici özelliği olduğu için insanların hem serinleme hem de açlıklarını giderme konusunda etkili olmuştur.
Yukarıda bahsettiğim noktaya kadar biranın ilkel hali tüketilmiştir. Çünkü bizim
“modern bira” olarak adlandırdığımız içecek için çeşitli deneysel girişimlerin yapılması gerekiyordu. Az önce de dediğim gibi bira çeşitli birleşimler sonucu her toplumda farklı tatlarda var olmuştur. Modern bira ise Orta Çağ’ın başlarında üretilmeye başlanmıştır. Biranın temel formülünde yüzlerce yıl boyunca maltlı arpa kullanılmıştır. Bu hem biranın şekerini sağlıyor hem de tadına büyük etki ediyordu. 12. Yüzyılın ortasına kadar günümüz biralarının birçoğunun içinde yer alan
“şerbetçiotu” kullanılmamıştır. Bu yüzden de biradaki tatlı-ekşi-acı dengesini sağlamak için çeşitli bitkilerle birleştirmeler yapılıyordu. Şerbetçiotunun devreye girişi ile işler bir anda çok daha rafine ve kolay bir hale bürünmüştür. Almanların şerbetçiotunu biranın formülüne eklemesinde ise yine din adamlarının etkisini görüyoruz. Bin kadar Alman rahip bir araya gelerek bu yüksek kültür içkisinde şerbetçiotunu kullanmışlardır. Elde edilen sonuç oldukça güzel olunca çok kısa sürede biranın formülü şerbetçiotu üzerine yeniden yazılmıştır. Bira üreticilerinin şerbetçiotunu bu denli sevmeleri ve bağırlarına basmalarının birkaç nedeni vardı. Öncelikle biranın o zamanlardaki acı ve kekremsi tadını yok ediyordu. İçildiğinde daha yumuşak ve hoş bir aroma bırakıyordu bu modern bira. Şerbetçiotu ile biranın susuzluk giderici özelliği çok daha yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Böylelikle insanların su yerine tükettikleri hayat verici bir içecek formuna bürünmüştür. Hepsinden önemlisi ise bu yeni formülle birlikte biranın raf ömrü de uzamıştır. Eskiden çok çabuk bozulabilen bu içecek artık aylarca dayanabilecek bir tüketim tarihine kavuşmuştur. Şerbetçiotu bira için adeta bir devrim yaratmıştır. Teşekkürler Alman din adamları!
Keşişlerin biranın popüler bir içecek olmasındaki rolü çok büyüktür. Çünkü Avrupa’da hemen hemen her manastıra küçük bira üretim tesisleri de eklemişlerdir. Böylelikle hem manastır kalkınıyor hem de insanlar susuzluklarını giderebiliyordu. Hatta keşişler sadece küçük üretim tesislerini manastırlara kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda biranın soğuk depolarda saklanması fikrini ortaya atmışlardır. Biranın soğuk kalabilmesi için özel odalar ayarlanmış ve normalden çok daha serin bir forma kavuşan bu içecek artık çok daha etkili ve can çektiren bir içeceğe dönüşmüştür. Günümüzde bile birkaç manastır bira fabrikası olarak kullanılmaktadır. Özellikle bira üretiminin en önemli ülkelerinden biri olan Belçika bu tür manastırlara ev sahipliği yapmaktadır. Biranın tarihi öylesine görkemli ki insanın başını döndürebiliyor. Bu kültür abidesi içeceğin tarihini okurken bile sarhoş olabiliyorsunuz. Avrupa, bira çeşitliliği ve üretimi konusunda alıp başını yürümeye başladığı sıralarda, biranın esas doğuş yeri olan Mezopotamya ülkelerinde ise artık günahkâr bir içecek olarak var olmaktaydı. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu gibi bir paradoks değil de ne bu? Biranın Avrupa’daki yükselişinin en önemli etkenlerinden biri de bir ada ülkesi olan Britanya Krallığı’nın bu içeceği oldukça farklı çeşitlere büründürmesi olmuştur. Öyle ki modern biranın en iyi formlarının bu topraklardan çıktığı savı vardır. Günümüzde de İngilizlerin biraya ne kadar düşkün bir halk olduğunu bildiğimiz için bu sav desteksiz değildir. Hatta İngilizlerin bira çeşitliliği tüm dünyayı da sarmıştır. İngiliz biraları her daim niş içecek kategorisinde yer almaktadır. Bütün bir krallığın bira üretimindeki çalışkanlığı görmezden gelinemez.
“Ale” fermantasyon şeklini yaratan bir krallık olmuştur Britanya. Bugün koyu renkli biraların en iyilerinin üretildiği ülkeler Birleşik Krallık ülkeleridir.
Bira, buz gibi şişelerin içinde duran ve yüzlerce çeşide sahip olan bir içecek. Tarihi binlerce yıl öncesine dayanan ve susuzluk giderici bir içecek. Hemen hemen her damak tadı için var olan bira, özellikle yaz aylarında insanların su ve koladan sonra en çok tercih ettikleri içecek konumundadır. Dünyanın her noktasında artık özel biralar vardır. Hemen hemen her ülke kendi markasını yaratmanın peşine düşmüştür. Bazıları çok başarılı da olmuştur. Bugün Çekya’da bir markete gittiğiniz zaman bira için ayrılan bölümün iki kocaman raf düzeneğinden oluştuğunu görürsünüz. Kimi zaman sudan ucuza satılan bu içecek, insanların hem susuzluğunu giderdiği hem de arkadaşlarıyla birlikte güzel zaman geçirirken tükettiği bir içecektir. Her ne kadar bizim ülkemizde bu içkiye ulaşmak her geçen yıl çok daha zorlaşıyor olsa da Avrupa, Amerika, Avustralya ve Asya kıtalarında durum bunun tam tersidir. İnsanların özgürce tüketebildikleri bira ne günahın bir sembolüdür ne de kötü davranışların sebebidir. Mısır firavunlarından Hıristiyan keşişlere kadar hep din adamları bu içeceğin gelişmesini ve tatlanmasını sağlamıştır. Tanrı o zamanlar birayı onaylıyordu da şimdi mi günahkâr bir içecek oldu. Ya da tanrı mı değişti? Bunların cevaplarını bilmiyorum. Tek bildiğim şey soğuk bir bira içme zamanımın geldiği! Sağlığınıza!
Yorumlar
Yorum Gönder