İş felaket senaryoları yazmaya gelince insanlar gerçekten bu konuda oldukça başarılı işler ortaya koyuyorlar. Hayal dünyalarını veya gözlemlerini oldukça efektif bir şekilde gözler önüne serebiliyorlar. Bu felaket senaryolarının elbette direkt adresi içinde yaşadığımız gezegen olan Dünya oluyor. Zira en iyi gözlemleyebildiğimiz ve üzerine senaryo yazabilecek en somut yer elbette dünyanın ta kendisidir. Geçmişten günümüze olan felaketler aynı zamanda bizlerin bu konuda oldukça tecrübeli olmasını da sağlamıştır. Öyle ya pratiğe dökülmüş senaryolar üzerine yenilerini üretmek daha kolay oluyor. Fakat felaket senaryosu yaratma konusunda ne kadar iyiysek, bu senaryonun temelini oluşturan sorunlara eğilmek konusunda da o kadar vasatız. Ortada bir sorun varsa bu sorunun derinlerine inmek gerekir. Kaynağını bulup, kökten bir çözüm ile bir daha yaşanmaması için mücadele vermek gerekir. Fakat insanlar sorunları görseler bile görmezden gelmeyi tercih edebiliyorlar. Zira görmezden gelmek demek o konuyla herhangi bir şekilde bir bağlantınız yok demek oluyor. Sonuçta siz görmediniz veya ilgilenmediniz. O halde yolunuza devam etmekte de bir sakınca olmayacaktır. Bu artık modern insan olmanın en büyük gerekliklerinden biri gibi oldu zaten. Görme, duyma ve ilgilenme! Bunları yaparsanız eğer başınıza herhangi bir iş gelme olasılığı olmayacakmış gibi bir algı oluyor. Bir diğer unsur ise bahsedilen her türlü felaket senaryosunun temeline indiğimiz zaman aslında aynaya bakacağımızı içten içe biliyor olmamızdır. Çünkü dünyada olan her türlü olumsuzluğun ve yıkımın en büyük nedeni bizleriz, insanlar! Bunu söylediğim zaman birçok insan tepki gösterecektir. O kadar doğal afetler olurken, salgın hastalıklar yayılırken insan nasıl oluyor da sorumlu oluyor diyebilirler. Özellikle içinde bulunduğumuz 2020 yılı için baştan sona lanetli bir yıl ön eki getiren milyonlarca insan da var. Yani 2019 yılı kendisi karar almıştı bu yıl pek bir şey olmasın diye o yüzden 2020 yılı onun açığını mı kapatıyor? Ya da önceki yüzyıllarda yaşanan büyük ve kitlesel yok oluşlarda da yine yıllar kendi içinde mi karar vermişti. Astrolog denen şarlatanlara mı sormak lazım bu konuyu acaba? Malum onlar muazzam telepatik güçlere sahip oldukları için Venüs’ün hareketi ile bir grup insanın hayatının aşkını gelecek ay bulabileceğini saptayabiliyorlar. Güç diye ben buna derim! Bütün bu safsataları boş verelim artık. Durum çok ciddi ve bu ciddi durumun tek sorumlusu var, insan!
Merak etmeyin derdim bu yazıda oturup bizlerin ne kadar zarar veren birer canlı olduğundan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Fakat geçenlerde okuduğum bir makale öylesine canımı sıktı ki daha ne kadar insan olmaktan utanabilirim acaba diye düşünmeden edemiyorum. Evet, 2020 yılı berbat geçiyor fakat bu yılın neden böylesine kötü geçtiği üzerine asla konuşulmuyor. Oturun, haber kanallarına bakın sadece doğa olaylarının arttığı ve küresel anlamda ülkelerin giderek fakirleştiği falan gibi şeyler dinliyorsunuz. İyi de arkadaş bu doğa olayları neden arttı veya ülkelerin çoğu neden giderek fakirleşmeye başladı? İşte bu konulardan asla söz edilmiyor. Dünya üzerindeki muazzam karbon salımı ve akabindeki sera etkisini dünya kendi kendine yapmıyor herhalde. Fütursuzca artan tüketim çılgınlığımızın sonunda artık dünya bizim çöplüğümüz oldu. Hayvanları yok etme fabrikalarından petrol bulmak için denizlerdeki yaşamı yok eden doyumsuzlara, maden arama bahanesiyle tecavüz edilen yeşil alanlardan ormanları birer birer yakan zihniyetlerin hepsi insanların eseridir. Doyumsuz varlıklar olduğumuz için dişlerimiz her daim dünyanın cılız derisine geçirilmiş vaziyette duruyor. Çevre bilinci konusunda bir uyanış oldu ama bazı şeyler için çok geç kalındı. Geç kalınan şeyler haricinde önlemlerin alınması gereken birçok noktada da bütünsel bir yaklaşım asla olmuyor. A ülkesi çevre bilinci konusunda daha etkin ve gerçekçi adımlar atarken B ülkesi sadece göstermelik şeylerle göz boyamaya çalışmaktadır. Bu da haliyle bizlerin sahtekarlık özelliğini bir kez daha göz önüne sermektedir. Bunları yapmakla yetinmiyoruz. Bireysel olarak da birer pislik parçalarıyız aslında. Yediğimiz içtiğimiz şeylerin ambalajlarını sokaklara atıyoruz. Sigara içmeyi büyük bir marifet sananlar adeta dışkısını yaparak yürüyen koyunlar gibi izmaritlerini de yürüdükleri yollara atıyorlar. Koyunların dışkısı gübre görevi görürken insanın pisliği bu dünya için çöpten başka bir şey olmuyor. Faydasız geldik faydasız gidiyoruz.
İngiltere Plymouth Üniversitesi'nden deniz bilimcisi ve "National Geographic" kâşifi olan “
Imogen Napper”, -Plastiğin denizin derinliklerinde olduğunu biliyoruz ve şimdi Dünya'daki en yüksek dağda- diyor. " Evet, yanlış okumadınız. Etrafa saçtığımız plastik atıklar artık dünyanın zirve noktası olan Everest’in üzerinde görülmüş. Plastik, yaşam tarzımızda giderek daha büyük bir rol oynuyor. Küresel olarak, plastik kullanımı
1950'lerde yaklaşık 5 milyon metrik tondan 2020'de 330 milyon metrik tonun üzerine çıktı. Metrik ton aslında tonun bir başka söylemi sadece. Yani 330 milyon ton plastik atık ile dünya artık bir çöp deryasından farksız değil. İçinde yaşadığımız evimizi umarsızca kirletiyoruz. Bu kirletmemiz sonucunda sadece dünyanın iskeleti zarar görmüyor. Dünyayı dünya yapan bütün doğal hayat etkileniyor. Denizlerin altını uzunca bir süredir kirletiyoruz zaten. YouTube’ta birçok deniz canlısının plastik atıklar yüzünden nasıl öldüğünü veya nasıl can çekiştiklerini görmüşsünüzdür. Birçok gönüllü kuruluş o hayvanları bu tür durumlardan kurtarmak için dünyanın dört bir yanında canhıraş bir şekilde çalışıyorlar. Fakat yetemiyorlar. Nasıl yetsinler ki böylesi bir kirletmeye. “
Science News”te yayınlanan makalenin geri kalanında şunlardan bahsediliyor; Nappaer’in ekibi 20 kasımda Everest Dağı’ndan analiz ettikleri 11 kar örneğinin hepsinde plastik partiküllere rastlamışlardır. Sonuçların böyle çıkması karşısında ekip büyük bir şaşkınlığa uğruyor. Dünyanın en yüksek noktasında bile artık plastik yaşam var. Temizliğin yeryüzündeki akça pakça yüzü olan karda bile artık plastik etmenler var. 2018’de Kuzey Kutbu buz çekirdeklerinden metreküp başına milyonlarca ila on milyonlarca mikroplastik parça bildirilmiştir. Araştırma ekibi, bazıları ambalaj malzemelerinde, diğerleri ise boya veya elyafta kullanılan 17 tür plastik belirleyerek o bölgedeki durumun da tıpkı Everest de olduğu gibi plastiğin yaşam alanı olduğunu dile getirmişlerdir. Bu plastik parçaları havadan uçarak mı geldi peki? Partikül olarak belki bu düşük olasılıkla olsa da olmuş olabilir. Fakat Everest’in son yıllarda oldukça popüler bir turistik yere dönüştüğünü de unutmamak gerekir. Yani oraya giden sözde “doğa tutkunları” arkasında bilerek veya bilmeyerek çöplerini bırakarak tertemiz karları da artık plastik ile bezemişlerdir.
Dünya artık acı çekiyor. Yaşlı bir insanın ölüm döşeğinde kıvranması gibi bir acı değil yalnız bu. Yaşlı insan ölüme teslim olarak acısından azade olacaktır. Fakat dünyanın alacak daha çok intikamı var. Covid-19 sizlerin gözünü mü korkutuyor? Dünya çapında şu ana kadar 1 milyonu geçkin ölüm sizce 7 milyarı geçkin dünya nüfusunda çok mu fazla görünüyor? Felaket senaryosu yazmaya başlamak için Covid-19 belki iyi bir girizgâh olabilir. Fakat gelişme bölümü öyle uzak sayılmaz. Sonucu ise hepimiz biliyoruz. Yine de görmeden, duymadan yolda yürümeye devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder