Sanat ve Savaş

Sanat; en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesidir. Bu tanımı dünyanın en önemli bilgi kaynaklarından biri olan “Wikipedia”dan aldım. Birçok siteden sanatın anlamına baktığımda öylesine uzun tanımlar vardı ki açıkçası içime sinmedi. Wikipedia’daki bu tanım zaten birçok tanımın ne anlatmak istediğinin özeti niteliğinde. Sanat, belki de insanın yeryüzündeki en önemli yaratısıdır. Zira eğer sanat ve sanatın türevleri olmasaydı büyük ihtimalle herhangi bir hayvandan pek de farkımız olmazdı. Düşünmek, iletişim kurmak gibi sadece insana hasmış gibi gösterilen fenomenlerin aslında öyle olmadığını artık biliyoruz. Yıllar boyunca yapılan araştırmalar düşünmenin sadece insana özgün bir olgu olmadığını bizlere sunmuştur. Geniş ve detaylı düşünme elbette sadece insanlara özgüdür. Fakat düşünme eylemini genel çerçevede aldığımızda o paydayı bazı hayvanlarla da paylaştığımızı unutmamamız gerekir. Sanat, insanın düşüncelerinin genişliğinde tasvir edilen ve daha sonra özellikle görsel olarak insanın elleri tarafından yaratılan bir olgudur. Zaten sanat sözcüğünün diğer dillerdeki karşılığında “resim” tanımı da yer almaktadır. Yüzyıllar önce sanatın resim ile direkt bağdaştırılması aslında çok da yanlış bir şey değildir. Zira etrafta var olanı veya kraliyet mensuplarını resmetmek sanatın karşılığı olarak sayılıyordu. Elbette yüzyıllar önce müzik de vardı. Fakat müzik sanatın bir kolu olarak değil ayrı bir olgu olarak değerlendiriliyordu. Sanat ayrı, müzik ayrıydı. Çünkü sanat görsellik gerektiriyordu. Resim ve heykel sanatın ana karakterleriydi. Özellikle Avrupa’da heykel ve resim sanatı kraliyetin en çok desteklediği iki önemli kültürdü. Bu iki önemli kültürün ortak paydası ise elbette sanattı. Daha sonra mimari de sanatın içine dahil oldu. Öyle ki inanılmaz kiliseler, saraylar, şapeller ve kütüphaneler yaratıldı. Resmin ve heykelin birlikte kullanıldığı ortak bir payda olmuştu mimari. Özellikle dönemsel özelliklerine göre ayrılan kiliselerde bu çok çarpıcı bir şekilde göz önüne seriliyordu. Duvarlardaki muazzam havari ve İsa resimleri, aynı zamanda bir o kadar muazzam heykellerle süslenmiş kilise bahçeleri haliyle sanatın kendisini gösterdiği en vurucu mecralar oluyordu. Sanat, her daim aydınlanmanın iskeleti olmuştur. Sanatla uğraşan insan sayısı ne kadar artıyorsa toplumlar da o kadar aydın görüşlü oluyordu. Aslında bu kalıbın günümüzde de aynı şekilde devam ettiğini görmekteyiz. Sanatın ön planda olduğu ülkeler bugün dünyanın en aydın ve mutlu ülkeleri olarak gösterilir. Günümüzde sanat elbette daha geniş bir yelpazeye kavuştu. Fakat sanatın altını tamamlamak insanların en beceriksiz hallerinden biri olmaya başladı. Zira genel geçer olarak kabul edilen tiyatro, resim, müzik, heykel, sinema, opera, edebi sanatlar gibi büyük türlerin yanına sürekli yenileri ekleniyor. Fakat bu eklemelerin çoğu öylesine fütursuzca oluyor ki insanın şaşmaması elde değil. Yemekler, içecekler, mobilyalar, elektronik cihazlar, bahçe düzenlemeleri, karpuza yapılan oyma işleri gibi gittikçe tuhaflaşan her şey sanat olarak adlandırılıyor. Sanat neyi kapsar neyi kapsamaz bunun kararını kimse veremediği için herkes istediği her şeyi bu büyük fenomenin altına yazabiliyor.

Resim Kaynağı: https://www.kreatifbiri.com/sarayin-icinden-bir-an-las-meninas/

Savaş; ülkeler, hükûmetler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki toplumlar, isyancılar veya milisler gibi büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekûn silahlı mücadeledir. Savaşlar genellikle dini, millî, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilir (Wikipedia). Evet, savaşlar insanların yerleşik hayata geçmeden önce dahi yaptıkları bir mücadele türüydü. Bu mücadele spor mücadeleleri gibi değildi. Savaşların sonunda da tıpkı spor müsabakalarında olduğu gibi bir kazanan ve bir de kaybeden olur. Fakat kazanan ve kaybeden takımların ikisinde de insanlar ölür veya yaralanır. En çok hangi tarafta insan ölmüşse diğer taraf savaşı kazanmış sayılır. Çünkü savaşı kaybeden tarafın mücadele edecek kimsesi kalmamıştır. Göçebe toplumlarda savaşlar farklı kabileler veya toplumlar ile yer veya su için yapılırdı. Çünkü korunaklı bir yerde barınmak önemliydi. Bir diğer önemli unsur da elbette suydu. Zira insan yaşamını devam ettirebilmesi için suya ihtiyaç duymaktadır. Göçebe toplumlardaki savaşlarda genellikle savaşı kaybeden toplum haritadan silinirdi. Zaten bu toplumlar oldukça düşük sayıda oldukları için tamamen yok edilmeleri güçlü taraf için pek de zor olmuyordu. Elbette zaman ilerledikçe insanların hayat tarzları değişmeye başladı. Fakat değişmeyen tek şey insanın savaşa olan düşkünlüğü ve açgözlülüğüydü. Zaman geçtikçe savaşlar daha kanlı olmaya başladı. Çünkü savaş ekipmanları hızla gelişiyordu. Artık bir kişinin efor sarf edip bir kişiyi öldürdüğü zaman diliminde onlarca insanı öldürecek silahlar yapılıyordu. Yıllar yılları kovaladı ve günümüzde de savaşlar hala varlığını etkili bir şekilde sürdürmektedir. Aslına bakarsanız temeldeki nedenler ta yüzyıllar öncesinin nedenleri ile aynı. Bu da insanın ne kadar sığ bir varlık olduğunu gösteren bir başka kanıt bana göre. Savaşın nihai amacı her zaman zarar vermek ve yok etmektir. İster silahla, ister bombayla, ister zehir ile isterse de siber yollarla… Savaşın sonunda her zaman bir kaybeden vardır. Kararı devlet alır kaybeden ve yitip giden olayla asla alakası olmayan o ülkenin insanları olur. Bu böyledir. Toplum bir satranç tahtasındaki taşlara benzer. Herkes şah veya vezir olamaz ama herkes piyon olabilir. Piyonlar ise satrançta her zaman en ön safta durur ve en kolay feda edilen taşlardır. Toplumda da bizler her zaman en kolay vazgeçilen taşlar konumundayızdır.

Resim Kaynağı: https://www.britannica.com/event/World-War-I

Yukarıdaki iki farklı olguyu ele alan kısa yazılar yazdım. Amaçları birbirinden tamamen ayrı olan bu iki olgunun bir tamlama oluşturduğunu sürekli görmek benim için gerçekten çok üzücü bir durum. Savaş sanatı! İnsanın bu tür bir tamlama kurması için gerçekten aklından zoru olması gerekiyor. Savaş ne ki sanat ile anılsın ya da sanat ne ki savaş ile anılsın? Yukarıda açıkladığım iki farklı durumdan yola çıkarak gerçekten bu ikisini yan yana getirmek sizce de anlamsız ve saçma değil mi? Savaşın bir sanat olabilmesi için hangi güzel öğeleri barındırdığını ben anlayamadım. Savaş yok oluşu temsil ederken sanat yaşatmayı temsil eder. Sanat, yitip giden şeyleri, insanları, bitkileri, hayvanları tablolarda yaşatabilecek bir güce sahiptir. Savaş ise toplumları kıymak için pusuda bekler. İnsanların çoğu savaş sanatı tabirini kullanmayı severler. Hatta bu kalıp ile aynı ismi taşıyan bir kitap bile var. Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” adlı kitabını ben okumadım. İçinde nelerden bahsediyor pek hâkim değilim. Sadece bu yazıyı yazmadan önce kısa bir araştırma yaptığımda bahsettiği birkaç şeyi öğrenmiş oldum. Savaşın sanat olma sebebinin stratejilerden dolayı olduğundan çokça bahsedilmiş kitapta. Aslında bu düşünce yapısı sadece bu kitaba özgü bir şey değil elbette. Bunu birçok insan söylüyor ve savunuyor da. Fakat adı üstünde savaş stratejisi olan bir şey nasıl sanat olabiliyor ki? Askerlerin savaş alanında yerlerini alma şekilleri, ağır makinelerin kuşatma taktikleri falan bunların hepsi bir oyunun parçasıdır. Bunlar birer strateji, plan ve taktiktir. Sanat ile bağdaştığı nokta nasıl strateji olabilir ki? Sanatın içinde duygular vardır. İç dünyanızda yaşadığınız şeyleri yazarsınız, çizersiniz, bestelersiniz. Hatta savaşın kendisi sanatın içinde resimlerle, şarkılarla birer ağıt şeklinde yer alır. Savaştan bahseden her sanat eseri karanlıktır. Kasvetli bir havaya sahiptir. Savaştan bahseden bir şiiri okurken gözlerinizde yaşlar birikebilir ve kalbinizde acı hissedebilirsiniz. Dinlediğiniz şarkılar size savaşın ne kadar yıkıcı olduğunu melodilerle verir. Savaşla ilgili coşkulu bir sanat eseri görmeniz imkansızdır. Marşları örnek verecekseniz eğer onların içinde bile ağıt vardır (milli marşlardan söz ediyorum). Fakat savaş sırasında piyonları cesaretlendirmek için çalınan çığırtkanlıklara da bir zahmet sanat eseri demeyelim. Örneğin;  "Mehter Marşı" bir sanat eseri değil bir cenk marşıdır. Bugün, cahil cühela insanların sünnet düğünlerinde, kendi düğünlerinde çalıyor oluşu tamamen ataerkil duygularındandır. Aile hayatına mı başlayacak eşini mi vuracak belli değil. Aslında böylelerinin birçoğu ne yazık ki ikincisini yapıyor. Bunu nasıl mı saptadım? Ülkede kadın cinayetlerinin kimler tarafından, hangi portföyden insanların işlediğini sizler de bir gözlemleyin derim.

Resim Kaynağı: https://www.history.com/topics/world-war-ii/atomic-bomb-history

Savaş ve sanat asla yan yana gelmemesi gereken, oldukça farklı iki olgudur. Savaş savaştır, bu kadar. Savaşı sempatik bir hale getirmeye veya ilgi çekici bir forma sokmaya gerek yok. Bunu yapan insanlar tamamen akıllarını yitirmişlerdir. Bu nasıl bir sanat ki yeryüzünde milyonlarca insanı öldürmüş, milyonlarca çocuğu yetim bırakmış ve ülkeleri yerle bir etmiştir. Sanat, bizlerin adam akıllı bu dünyada var olmasındaki en büyük rol sahibidir. Sanatçılar bu dünyanın tanrılarıdır. Bu dünyayı güzelleştiren tanrılardır. Onlar ve onların yarattıkları olmasaydı duygusal açlığımız hiçbir zaman doymazdı. Kulağımızda çalan gerçek sanat eserleri ile günümüzü güzelleştiriyoruz. Gördüğümüz bir tablo bizim aklımızı başımızdan almaya yetiyor. Görkemli mimariler ile tüylerimiz diken diken oluyor. İhtişamlı heykeller ile zihnimizde o dönemleri yaşıyoruz. Tiyatro ile gerçekler yüzümüze vuruluyor, sinema ile yine görsel ve duygusal açıdan doyuyoruz. Sanat, insanı yoğurur ve güzelleştirir. Savaş ise insanın buralarda daha fazla barınmamasını sağlar ve onu hayattan koparır. Savaş, hangi nedenle olursa olsun bir sanat olamaz!

Resim Kaynağı: https://theguiriguide.com/map-of-all-gaudi-buildings-in-barcelona/


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Görevimiz Yıkım!

Vahşi Müzik: Arabesk

Antik ve Modern Kurban Törenleri