Ötanazi veya Ölüm Hakkı

Bu dünyada var olan her canlının bir yaşamsal döngüsü vardır. Her canlının bir doğum tarihi ve her canlının bir ölüm tarihi vardır. Bazı canlılar birkaç günlük bir ömre sahip olurken, bazı canlılar çağları devirebiliyorlar. İnsan, hayvan ve bitki olarak canlıları sınıflamak artık ilkokul fen kitaplarında kalan bir şeydir. Çünkü bu dünyayı sarıp sarmalayan çok fazla canlı vardır. Parazitler, bakteriler ve virüsler de birer canlıdır ve diğer birçok canlıdan çok daha fazla göreve sahiplerdir. Aslına bakacak olursanız elementlerle birlikte bizim atalarımız rolündedirler. Sürekliliğini devam ettiren bu canlılar tek başlarına da bir yerlerde var olabilirken, diğer canlıların da temel yapı taşlarındandırlar. Demek ki dünyada sadece insan, hayvan ve bitki canlıdır demek artık yanlış bir düşüncedir. Özellikle az önce söylediğim mikroskobik canlıların yoktan var etme güçlerini de unutmamamız lazım. O yüzdendir ki onlara atalarımız diyoruz. Bizi var edenler diyoruz. Burada işin dini boyutuna girmeyeceğim. Zira ben, burada savunduğum şeyleri yazan biriyim. Bu blog sayfasının isimi de o yüzden “mono-ide” (Tekil-düşünce). Dünyamız nasıl yoktan var olmadıysa bizler de yoktan var olmadık. Her şey sular altındaki mikroskobik yaşamda başladı. Orada çeşitlendi ve karaya çıktı. Evrim teorisini de burada anlatacak değilim. Zira merak edenleriniz varsa zaten bu konu ile ilgili okuyordur ve araştırıyordur.

Canlı deyince aklımıza sadece üç çeşidin gelmesi elbette ki normal bir durum. Çünkü çevremizde gördüğümüz canlıları sayıyoruz bizler. Bahçemizde olan bir gül ağacına canlı diyoruz. O ağacın ince dallarına konan bir serçeye canlı diyoruz. En nihayetin de kendimize canlı diyoruz. Çünkü bütün bunları sadece kavramsal olarak değil, fiziki anlamda da varlığını biliyoruz, görüyoruz. Bir kedi dediğimizde zihnimizde canlanan resim bellidir. Çünkü kediyi daha önce görmüşüzdür ve onun bir canlı olduğunu zihnimize kodlamışızdır. Fakat mavi-yeşil algler dediğimizde zihnimizde bir resim canlandıramayız. Daha doğrusu birçoğumuz bunu yapamayız. Bu canlandırma işini yapabilenler de zaten mavi-yeşil alglerle ilgilenenler ve araştıranlardır. Yani bizim için bu üç tür zihnimizde canlandırabildiğimiz için aklımıza gelen ve bilinen canlılardır. Kolay kolay bir kimse canlılara örnek olarak tardigradları (su ayıları) veremez. Çünkü onların varlığını bilmezler ve zihinlerinde canlandıramazlar. İşte yeryüzündeki en devasa canlılardan, zihnimizde dahi resmini göremediğimiz mikroskobik canlılara kadar hepsinin belirli bir yaşam süreleri vardır. İnsanlar tarafından belirlenmiş yasalara göre "yaşamak" en büyük haktır. Her ne kadar insanlar bu sözü sadece kendi türleri için uyguluyor olsalar da dünya etrafında var olan her canlının bir yaşama hakkı vardır. İster bu bilimsel verilere dayansın, isterse de dini kurallara dayansın ortak payda hep budur. Evet, birçok din tanrı tarafından verilen canın yine tanrı tarafından alınacağını söylese de pratikte ne yazık ki böyle olmuyor. Aslına bakarsanız dünyanın birçoğu dini kendine göre yonttuğu için de havada kalmış kurallar silsilesi oluyor sadece. Din gibi bir soyutluk bile yaşamanın bir hak olduğunu savunuyor fakat insanlar ilk başta karınlarını doyurmak için hayvanları öldürürken, hücre tipi alanlarda yaşamak için de ağaçları yok etmektedir. Yani insan burada tanrı rolüne girmiştir ve binlerce yıldır da bu rolü oynamaktadır. Sadece insanlar açısından ele alırsak, yaşamak bir hak ise ölüm de bir hak mıdır?

Resim Kaynağı: https://worldinfi.com/health/in-which-countries-is-euthanasia-legal/

Uzun süredir düşündüğüm ve zaman zaman aklıma gelip tekrar üzerine bir şeyler okuduğum bir konu olan ötanaziyi yazmak istedim. Çünkü benim düşüncelerimde ölüm de yine insanın kendi vücudu ve sağlığı için verebileceği bir karar olarak vardır. Dünyaya gelirken ne yazık ki fikrimizin alınması gibi bir durum olmuyor. Anne ve babalarımızın zevklerinin tohumu olarak dünyaya geliyoruz. Fakat şanslı doğanlar ve şanssız doğanlar olmak üzere ikiye ayrılıyoruz. Bunu maddi bir boyut olarak söylemiyorum. Zira doğumundan sonra hayatı güzel olan ve aynı güzellikte devam eden insanlar var olurken, bunun tam tersi olarak şanssızlıklarla dolu bir hayat geçiren insanlar da vardır. Özellikle sağlık yönünden sıkıntı yaşayan insanlar için yaşam, artık katlanmak zorunda oldukları bir ıstıraptan azı değildir. İnsanın hayattaki misyonları oldukça fazladır. Her insan kendisine bir yol çizer ve yolda ilerler. Fakat bu yolda ilerlemek her zaman her şeyin mükemmel ve sorunsuz olacağı anlamına gelmez. Çünkü biz de diğer birçok canlı gibi çevreye ve dış etmenlere bağlıyızdır. Her ne kadar kendimizi mükemmel bir varlık olarak görsek de bağımlılık açısından diğer canlılardan daha da aciz olabiliriz. Buna en basit örnek ise hiç şüphesiz beslenmedir. Bugün bir felaket yaşanıp da besin kaynağımız olan birçok bitki yok olsa, dünyada inanılmaz bir kıtlık baş gösterir. Çok kısa sürede milyonlarca insan bu yeryüzünden silinip gider. İşte bundan dolayı bir başına insan bir hiçtir.

Ötanazi konusu oldukça çetrefilli ve tartışmalı bir konudur. Fakat bu tartışmalı durum sadece insan türü için geçerlidir. Hayvanlar için uzunca bir süredir bu yöntem uygulanmaktadır. Çünkü hayvanların konuşma yetileri olmadığı için kararları insanlar alırlar. Örneğin; evdeki sevgili dostunuz köpeğinizin bir hastalığa yakalandığını varsayalım. Veteriner hekimin yaptığı tetkikler ve testler sonucunda köpeğinizin ne yazık ki yaşamasının imkansız olduğu ve yakın zamanda öleceğini sizlere söyledi. Elbette bunun travması tarifsiz olacaktır. Yıllarca aynı çatı altında birlikte yaşadığınız ve ailenizin bir üyesi olarak gördüğünüz köpeğinizin ölüm haberini aldınız. Fakat veteriner hekim köpeğinizin oldukça acı çekerek öleceğini söylediğinde yaşadığınız üzüntü daha da katlanmış oldu. Bu yüzden sempatik bir isim olarak verilen “uyutma” eylemini sizlere sunar veteriner hekiminiz. İşte bu noktada düşünmeniz gereken şey yakın dostunuzun acı çekerek ölmesi mi yoksa acı çekmeden huzurlu bir şekilde ölmesi mi? Aslında daha bu soruyu sorarken bile verilecek cevap kafada kesinleşiyor. Zira köpeğinizin gözünüzün önünde acı çekmesini istemezsiniz. Siz de birkaç kağıt imzalayarak köpeğinizin uyutulmasına yani ötanazi yapılmasına izin veriyorsunuz. Köpeğiniz ölüm uykusuna yatarken siz göz yaşı döküyorsunuz. Fakat şunu da biliyorsunuz eğer bu işlem yapılmasaydı göz yaşı dökeceğiniz gün sayısı çok daha fazla olacaktı. Ötanazi ile hasta köpeğiniz acı çekmeden ölmüş oldu. Belki dostunuz yok artık yanınızda fakat kendinizi telkin edeceğiniz bir durum oluşmuş oldu. Acı çekmeden öldü!

Resim Kaynağı: https://www.renews.co.nz/the-euthanasia-referendum/

Bu konu insana geldiği zaman ise işler bir köpeğe uygulanan uyutma sistemi kadar kolay olmuyor. Çünkü burada devreye giren birçok faktör vardır. İnsanın kendi bedeni üzerindeki hakimiyeti ne yazık ki çok sınırlıdır. Özellikle belli tabulara göre yaşayan insanlar bundan çok fazla mustariptir. Çünkü toplum yapısı ve dini kurallar insanın kendi vücudu üzerindeki hak sahipliğini en aza indirgemiş ve kendisine yapılan bu tutumlar nedeniyle bir bakıma vücudu üzerindeki özgürlüğü soyut zincirlerle bağlanmış köleliğe dönüşmüştür. İşin din ve toplumsal baskısı bu yönde olurken bir de yazılı olmayan kurallar olarak da bilinen etik kuralları işin içine girmektedir. Aslında bu da yine toplumsal baskının içine giriyor. Fakat yaşama hakkına sırtını dayayarak bu etik kuralları savunan birçok yüksek mevkide insan ve bilim adamları da olunca haliyle bunu toplum baskısından biraz uzakta tutmamız gerekiyor. Bilinçli bir müdahale olduğu kesin bunun. İnsanı yaşama tutunmasını iyi bir amaç olarak benimseyen bu düşünce de yine bireyin vücudunda söz sahibi olmaktan öteye gidemiyor aslında. İnsanlar bu dünyada yaşamaya başladıklarında kendi kararlarını vermiş olmadılar. Doğdular ve yaşıyorlar. Fakat her insan hayatından memnun olmak zorunda değildir. Her insan hayatta yaşamaya değer bir şeyler bulmak zorunda da değildir. İşte doğarken mecburen yaşama atılan birsinin ölmek istediğinde de eceli ile ölmesi, bir kaza geçirmesi veya hastalıktan ölmesi de yine insanın verdiği bir karar değildir. Halbuki insan dediğimiz canlı mantıklı düşünmesi ve düşüncelerine göre yaşaması ile ön plana çıkmaktadır. Yani bir insanın kendi vücudu hakkında tek yetkili kişi olmaması benim için de anlamsız bir mantaliteden öte bir şey değildir.

Bu konu en çok Avustralya’da tartışılmıştır. Özellikle sağlık durumları kötü olan ve kötü hastalıklarla mücadele eden yaşlı insanların ilaçlarla, ağrılı tedavilerle ve cerrahi müdahalelerle bir şekilde hayatlarına devam ettirmeleri ve devam edilen hayatın ise sadece acıdan ibaret olması ötanaziyi gündeme sık sık getirmiştir. Ötanazi, insanın gönüllü olarak kendi hayatını sonlandırma isteğidir. Yani bu hiçbir şekilde hiç kimseyi zan altında bırakacak bir eylem değildir. Özellikle hastalıklarla boğuşan ve çok fazla acı çeken insanların bir kurtuluş yolu olarak baktığı yöntemdir. Ötanazi ile intihar aynı şey değildir. İntihar etmek de yine kişinin kendi vücudu üzerinde olan bir hakkı olsa da ötanazi daha çok belirli kişiler tarafından belirli bir prosedür ile gerçekleştirilmektedir. Avustralya’da 1997 yılına kadar özellikle ağrıları geçmeyen ve ölümcül hastalığı olan insanlara uygulanan ötanazi, 1997 yılından sonra bunun etik olmadığı ve dini açıdan tanrının verdiği canın insanın kendi kafasına göre almasının da büyük bir günah olduğu düşüncesi ile yasaklanmıştır. Yani canı tanrı verdiyse alacak olan da yine kendisidir. Böylece dünyadaki insan hayatı tanrı tarafından ipotek altına alınmış oluyor bir bakıma. Aslına bakarsanız ötanazinin en büyük engeli dönüp dolaşıp dini inanışlar oluyor. Yani tanrının insan bedenine ve vücuduna sahip olması kavramı en üst seviyedeki karşıt görüş oluyor. Hemen hemen bütün inanışlarda ötanazi tanrının yerine geçmek ve onu yok saymak olarak niteleniyor. Yazının ilk başlarında da söylediğim gibi, bu düşünceyi savunan dini bütün insanlar hayvanlara çok rahat bir şekilde kıyabiliyorlar. O halde hayvanları yaratan ve onlara yaşam hakkını veren tanrı değildir. Buradan bu sonucu çıkarmak çok da zor olmuyor. İnsan, her zaman kendi menfaati için vardır ve bu noktada da yine bu anlayış işliyor.

Resim Kaynağı: https://1000wordphilosophy.com/2019/03/05/euthanasia-or-mercy-killing/

Ötanazi istemek için illa ki ölümcül veya acı verici bir hastalığın pençesinde olmanız gerekmiyor. İnsanın yaşamdan beklentileri kalmamışsa ve psikolojik olarak yaşamak artık zül geliyorsa da yine ölmek isteyebilir. İster depresyonda olsun bu kararı alırken isterse de hiçbir bunalım sorunu olmasın. Bu önemli değildir. Çünkü insan her durumda kendi vücuduna kendi kararını verebiliyor olması gerekmektedir. Birisi ölmek istiyorsa ölmelidir. Birisi makinelere bağlı yaşamak istiyorsa da yaşamalıdır. Yaşama hakkı nasıl kutsal bir hak olarak tanımlanıyorsa ve sadece insan kendi çıkarına göre bunu yontuyorsa, ölme hakkı da eşit derecede kutsal olmalıdır. Ölmek isteyen her insan intihar ile hayatını sonlandıramıyor. Bunu şu yüzden söylüyorum, insan ölmek istiyorsa intihar etsin düşüncesi her zaman geliyor çoğunun aklına. Fakat intihar etmek bir cesaret ve ciddi bir karar verme olgusudur. Zira intihar da acı verebilecek bir ölüm yöntemi olabiliyorken, kişinin ölümünden sonra da birçok soru işareti bırakacağı için ailesinin bu defa belli bir süre yasal olarak bu konu ile içli dışlı olması gerekebiliyor. O yüzdendir ki ötanazi yöntemi ölmek isteyen insanlar için gayet makul ve mantıklı bir seçenek olmaktadır. Acısız ve sadece kişinin kendi düşüncesi ile bu karar verilmektedir. İmzalanan kağıtlar neticesinde de geride kalan insanları zan altında bırakmamaktadır.

Size burada ölümü övüyor gibi göründüysem bu zamana kadar okuduğunuz her şeyi yanlış anlamışsınız demektir. Çünkü ben burada ne ölümü ne de yaşamı övüyorum. Ölümün insanın kaçınılmaz bir sonu olduğunu biliyoruz. İnsanın ise kendi kararını verebilecek kapasitede zeki bir varlık olduğunu kabul ediyoruz. O halde kendi vücudu ve yaşamı hakkında vereceği kararlar sadece kendisini ilgilendirecektir. İşin içine ne toplum ne etik ne de dini olgular girebilir. Ölüm hakkı kişinin kendisinindir. Çevresindeki herhangi bir kişiye bir zararı dokunmadığı sürece bu hak meşru olmak zorundadır. Herkesin bu dünyadan beklentileri farklıdır ve herkes beklenti duyduğu hayatı yaşayamıyor. Mücadele etmek istemeyen etmez, mücadele etmek isteyen eder. Bugün hastanelerde ötanazi kısmen de olsa uygulanıyor. Fakat hastanın beyin ölümü gerçekleştiyse genelde bu yapılıyor. Zira makineye bağlı olarak yaşaması tam bir yaşam olarak görülmüyor. Bu noktaya gelene kadar kişinin vücudu belki çok hırpalanıyor. Kişinin kendisine asla sorulmuyor yaşamak isteyip istemediği. Fakat iş makineye bağımlı olma noktasına geldiğinde kişi yine kendi hakkını savunamıyor. Çünkü beyin ölümü gerçekleşmiş ve artık bitkisel yaşama girmiştir. Onun yerine yine bir başkası karar vererek hastanın suni yaşam ile arasındaki fiş çekiliyor. Buna da zaten “pasif ötanazi” deniyor.

Ötanazi Yunanca “Güzel Ölüm” anlamına gelmektedir. Güzelliği ise insanın acı çekmeden ve ölmek istediği zaman ölmesidir. Kendi vücudundaki haktır. Kendi yaşamındaki haktır. Bireysel özgürlüğüdür. Dünyada çoğu ülkede yasal değildir ötanazi. Hollanda, Belçika ve ABD’nin bazı eyaletlerinde sadece yasal olarak uygulanmaktadır. Eğer yaşamak insanın bu dünyadaki kişisel bir hakkı ise, ölüm de yine kişinin en özgür bireysel hakkı olmalıdır. İlla acı çekerek ölmesi gerekmiyor kişinin. İlla yaşlanması gerekmiyor kişinin. İlla bir kaza sonucu ölmesi gerekmiyor kişinin. Bir köpeğin acı çekmesine nasıl dayanamayıp onu uyutabiliyorsak, insanın acı çekmesi de anlamsızdır. Vücudumuz ve düşüncelerimiz bizim özgürlüğümüz himayesindedir. Hiçbir olgu bunu değiştiremez!

KAYNAKLAR:
https://en.wikipedia.org/wiki/Euthanasia
https://humanrights.gov.au/our-work/rights-and-freedoms/projects/human-rights-and-euthanasia
https://www.ethicalrights.com/submissions/human-rights/83-the-right-to-die-with-dignity-euthanasia.html
https://theconversation.com/we-have-a-right-to-die-with-dignity-the-medical-profession-has-a-duty-to-assist-67574
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3612319/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Görevimiz Yıkım!

Vahşi Müzik: Arabesk

Antik ve Modern Kurban Törenleri