Görevimiz Yıkım!
İnsanların gücüne her geçen gün biraz daha şaşırıyorum. Çünkü bu güç yapaylıktan öteye gidemese de potansiyeli çok kuvvetli ve etkisi de aynı ölçüde çok kapsamlı oluyor. Antropolojiye merak saran biri olarak insanın medenileşmeden önceki süreçlerini çok farklı kaynaklardan ve fazlaca okudum. Çünkü insanı merak ediyorum. İnsanın nasıl bir evrim sürecinden geçtiğini ne gibi kültürel etkileşimler yaşadığını ne gibi zorluklara göğüs gerdiğini ve nasıl hayatta kaldığını merak ediyorum. İnsan sözcüğü bile hemencecik verilmemiş bizlere. Öyle ya onu kazanmak için belirli şartları yerine getirmemiz gerekiyordu. Ağaç tepelerinde ve mağara kovuklarında yaşayanlara insan demek ne kadar doğru olurdu ki zaten? “Homo” kelimesi bile modern insanı temsil etmektedir. Hominid grubundan geldiğimiz aşikardır. Fakat bu grubun içinde evrimsel mekanizma oldukça yoğun bir şekilde işlemiştir. Homo ön ekini alan birçok tür çıkmıştır. Öyle ki biz bu Homo ekini alan ilk türe “Homo Habilis” demişiz. Bir bakıma bizler kendi kendimizi sınıflara ayırmış ve onlara isimler vermişiz. Doğal bir sürecin sonunda böyle adlandırılmıştır. Çünkü ister inanın ister inanmayın Darwin’in “Doğal Seçilim” teorisinin doğruluğu birçok canlı türünde gövde gösterisi yaptığı gibi Homo cinslerinde de bunu yapmıştır. Yapmamış olması düşünülemez. Burada sizlere Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı ağır eserinden demeçler vermeyeceğim elbette. Fakat bir yola çıktık ve yolun başında birazcık böyle bilgilere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bizler artık “Homo Sapiens Sapiens” unvanı ile yeryüzünde dolaşıyoruz. Yani “yaşayanların en kadimi” olarak kendimizle gurur duyuyoruz. Her birimiz sırf bu anatomik ve antropolojik bakımdan birer general unvanına sahibiz. Görünmeyen rütbelerimiz ile dimdik yürüyoruz. Artık ağaçların yüksek yerlerinde veya mağaraların derinliklerinde yaşamıyoruz (global saltanattan izole yaşayan birkaç kabileyi bunun dışında tutabiliriz belki). Büyük çoğunluğumuz betonların içinde veya tahtaların içinde yaşıyoruz. Büyük çoğunluğumuz artık dalından meyve veya sebze yemiyoruz. Bir manava veya ve markete gidip alıyoruz ve birkaç gün muhafaza edebileceğimiz buz dolaplarımıza koyuyoruz. Hayvan eti ile beslenen Homo Sapiens Sapiens’ler ise artık ormanlara veya savanlara dalıp avlanmıyorlar. Canları kan çektiği zaman kasaplara gidiyorlar ve iştahlarını dizginliyorlar. Artık tek parça bir post giymiyoruz. Her birimizin gardırobunda mağazalardan çoğunu indirimden aldığımız kıyafetlerimiz var. Artık yerleşik bir hayat yaşasak da bizler de aslında hala göçebeyiz. Yaşadığımız evden daha kullanışlı ve daha iyi bir ev bulduğumuzda ya da farklı bir şehirde iş bulduğumuzda taşınıyoruz. Fakat bu taşınma işini yürüyerek ve sadece bir mızrağımızı yanımıza alarak yapmıyoruz. Eşyalarımızı bile artık bizler toparlamıyoruz. Arıyoruz bir nakliye firmasını, onlar asansörlü araçları ve birkaç elemanları ile gelip evi boşaltıyorlar. Artık modern tıp sayesinde 100 yaşına kadar yaşamamız mümkün. Bu süre bizim atalarımız için oldukça uzun bir süredir. Çünkü onlar en fazla 50-60 yaşına kadar yaşayabiliyordu. Kardeş ırkımız Neandertal’ler ise kaslı ve güçlü olmalarına rağmen 40 yılı zor görüyorlardı. Biz de emeklilik yaşı 65… Bütün bunlar bizlerin nasıl bir evrimin çemberinden geçtiğimize oldukça basit ve kısa örnekler olmasına rağmen yine de insanı şaşırtıyor. İnsanın gücüne şaşırıyorum demiştim ilk başta. Öylesine zorluk çekmiş bir canlı türü olarak günümüzde dünyamıza yaşattıklarımız dehşet verici. Sadece iki eli ve iki ayağı olan bir canlı türüyüz. Buzul çağlarda donduk, volkanlar patladı kavrulduk, meteoritler çarptı silindik, seller oldu boğulduk… Doğa, bizlere yaşatabileceği bütün tecrübeleri daha işin başında yaşatmıştı aslında. Homo Sapiens Sapiens’lere gelmeden bütün bu felaket senaryolarını atalarımıza yaşatarak doğa, kendisinin ne kadar üstün olduğunu bizlere göstermişti. Fakat modern insan, kadim olan, her şeyin üstündeki deha yaratık yani bizler, yani insanlar, geçmişi unutma konusunda ise kalıtımsal bir bozukluğu yaşamaya devam ediyoruz. Şempanzelerin bir şeyleri unutma süresi 20 saniye imiş. Şempanze… Yani bizim atalarımızdan birisi…
Kendimizi Dünya’yı fethederken bulduk bir anda. Denizlerin hakimi olmak, karaların hakimi olmak, ormanların hakimi olmak, gökyüzünün hakimi olmak, çöllerin hakimi olmak, hiç uzun soluklu yaşama şansımızın olmadığı buzulların hakimi olmak gibi iştah kabartan düşüncelerimiz var. Sanayi devrimi ile birlikte bu iştahın fitili ateşlenmiş oldu. Artık, yeryüzündeki birçok elementi ve maddeyi kendi çıkarımıza göre kullanmaya başladık. Onları makinelerde nasıl efektif bir role sokacağımızı bulduk. Keşfettik. Deneylerle zararlı elementleri ve onların neden kullanmamamız gerektiğini bulduk. Bunları bilim insanları tezleriyle sundular. Kallavi bilim dergilerinde bu makaleler yayınlandı. Kitaplar basıldı ve anlatıldı. Bir şeyler keşfederken ve bulurken uyandırmamamız gereken “Kraken”i hep aklımızda tutmalıydık. Kraken, tehdit edilmemesi gereken bir mitolojik canavardır. Bizlerin ise tehdit etmemesi gereken Kraken doğanın ta kendisidir. Ya da bir başka deyişle Dünya’nın ta kendisidir. Mucitler, çoğunlukla insanlığın yararına icatlar yapmışlardır. Tepemizdeki ampulden tutun da yemek yediğimiz çatala kadar ve sonrasında yediklerimizi boşalttığımız ve modern insanın en değerli zamanını geçirdiği klozetlere kadar insanın hayatını nasıl kolaylaştırırız adlı soruya yönelik gelişimler göstermişlerdir. Hep insana çalışılıyor gibi gelmiyor mu sizlere de? Oysa bu gezegende sadece insanlar mı var? Yerde dolaşan bir karıncanın da en az bizim kadar yaşama hakkı yok mudur? Piknik için akın edilen ormanların en az bizim kadar rahat bir şekilde nefes alıp verme hakkı yok mudur? Kaldı ki nefes alma verme işlevimizi de o ormanlar bizlere bahşediyor. Çok garip, bizler en üstün varlıklar olarak böbürleniyoruz ama doğanın içinde barındırdığı diğer canlılar ve maddeler olmadan bizler birer hiçiz aslında.
Bir hastalık evresindeyiz. Bir virüs tüm dünyayı etkisi altına almış ve insanlık ekonomik olarak varını yoğunu buna harcamaya odaklamış durumda. Tabi bu varını yoğunu harcama işini parası olan devasa ülkeler daha rasyonel bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Bu hastalık evresinde birçok ülke insanlarını evine kapamak zorunda kaldı. Ülke bazlı karantinalar ilan edildi. Dünya, uzun bir süre sonra insan akışının en minimum seviyede üstünde hissetti. Yorgun ve halsiz mavi küre için bu süreç bir bakıma dinlenme süreci oldu desek yanlış olmaz sanırım. Milyarlarca otomobilin gökyüzüne karbondioksit göndermediği günler yaşadık. Gemilerin denizlere pisliklerini bırakmadığı günler yaşadık. Devasa motorlu uçakların gökyüzünü kirletmediği günler yaşadık. İnsanların sokakları çöp kutusu gibi kullanmadığı günler bile yaşadık. Fakat bunların hepsi kısa bir reklam arasından öteye gitmedi ne yazık ki. Ne zamanki ekonomik endişeler sağlıktan daha endişe verici oldu, tüm dünya artık bizler salgına karşı daha güçlüyüz deyip “yeni normal” adı altında kandırmaca ile insanları sokağa saldı. Kuduz mikrobuna maruz kalmış gibi insanlar öylesine bir yıkıma koştu ki dehşet içinde kaldım. Okuduğum bütün global haber kaynaklarında doğanın birkaç günlük kendine gelişini nasıl birkaç saatte yıktığımıza şahit oldum. Sadece ben olmadım elbette içinde yaşadığı gezegeni seven birçoğumuz bu dehşete kapıldık. Ülkemizdeki karantina günlerinde televizyonlar haberlerinde, hava kirliliğinin azaldığı, sokak hayvanlarının korkusuz bir şekilde yaşadığı, denizlerin tekrar mavileştiğini bizlere gösterdiler. Her birimiz bu görüntüleri izlerken mutlu olduk. Çünkü gözlerimiz yıllar sonra güzel şeyler görüyordu. Çirkinleştirmeye başladığımız gezegenimizdeki şehirlerin güzel birkaç yanına şahit oluyorduk. Bunlar uzun sürmedi. Dedim ya insanın gücüne şaşırıyorum.
Haberlerde artık denizlerin atık maske ve eldivenlerle dolduğunu izliyoruz. Düşünsenize gezegenimize hiçbir zararı olmayan deniz canlılarına yıkım getiriyoruz. Onları daha önce hiç görmedikleri pisliklere maruz bırakıyoruz. The Guardian gazetesinde yayınlanan bir yazıda kullandığımız maskelerin ve eldivenlerin 450 yıllık bir yok olma ömrüne sahip olduğundan söz ediliyor. DÖRT YÜZ ELLİ YIL! Denizlerin ve okyanusların altındaki yaşamı zaten epeydir tehdit ediyorduk. Şimdi ise bu tehdit etmeye yeni materyaller ekledik. Kullandığımız maske ve eldivenleri bir çöpe atmak insan için çok zor çünkü. Caddeler, sokaklar, parklar, ormanlar, denizler birer çöp kutusu değil mi zaten bizim için? İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Mesire yerlerinde piknikler yapılıyor. Her defasında sosyal mesafeyi soruyor muhabirler. Fakat şöyle bir dönüp kadrajın geniş penceresine baktığınızda yerlere saçılmış çöplerden çimenlerin yeşilini göremiyorsunuz. Yedikleri içtikleri her şeyin pisliğini ve artığını kendinden 1 metre öteye atıyor. Halbuki koca çöp konteynırları ile çevrili etrafı Homo Sapiens Sapiens’in. İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Kordon boylarındaki çimenlere bakıyorum. Çimenlik alan, çöplerin altına kamufle olmuş durumda. Pet şişelerden, çekirdek kabuklarından, poşetlerden, maskelerden, ambalajlardan görünmüyor. Gün batışını izlerken o güzel manzarayı gördüğü için teşekkür edeceği Dünya’ya ise kendi imzasını bu şekilde atmayı uygun görüyor bu gezegenin en kudretli varlığı olan insan. İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Tatil yerlerine gitmek için can atan ve bu salgın nedeniyle biraz da endişe ile giden insanlar var. Bu insanlar, arabaları ile giderken geçtiği güzergaha biraz önce ağzından çıkardığı maskeyi camdan dışarı atıyor. Yolda dinlenmek için gördüğü gölgelik bir yerde yemeklerini yiyorlar ve bütün çöplerini o gölgesinden dolayı teşekkür edecekleri ağacın dibine atıyorlar. Böyle teşekkür etmeyi seviyor modern insan! İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Belki yüzlerce örnek yazılabilir buraya ve yüzlercesini okuyarak kahrolabilirsiniz. Belki normal de gelebilir bazılarınıza. Fakat içinde bulunduğumuz şu global salgın dönemi bile bizlerin bir şeylerin farkına varmasını sağlayamadıysa hangi büyük yıkım bunu sağlar bilmiyorum. Gezegenimiz bizim evimiz. Bundan başka bir evimiz yok. Marsta kolonileşme hayali kuruyor artık insanlık. Zavallı Mars demekten başka bir şey diyemiyorum. İnsanın gücüne hayranım. İnsanım yok etme, yıkma, tahrip etme, yağmalama, yakma, kirletme, zarar verme, öldürme gücüne hayranım. Bir zamanların korkak ve beyinsiz ırkı şimdi her şeye terör estirmek ile meşgul. Ya da boş verin insanın hayran olunacak hiçbir gücü yok. Kinaye ile de olsa YOK!
Resim Kaynağı: https://theconversation.com/ancient-footprints-in-crete-challenge-theory-of-human-evolution-but-what-actually-made-them-83412 |
Kendimizi Dünya’yı fethederken bulduk bir anda. Denizlerin hakimi olmak, karaların hakimi olmak, ormanların hakimi olmak, gökyüzünün hakimi olmak, çöllerin hakimi olmak, hiç uzun soluklu yaşama şansımızın olmadığı buzulların hakimi olmak gibi iştah kabartan düşüncelerimiz var. Sanayi devrimi ile birlikte bu iştahın fitili ateşlenmiş oldu. Artık, yeryüzündeki birçok elementi ve maddeyi kendi çıkarımıza göre kullanmaya başladık. Onları makinelerde nasıl efektif bir role sokacağımızı bulduk. Keşfettik. Deneylerle zararlı elementleri ve onların neden kullanmamamız gerektiğini bulduk. Bunları bilim insanları tezleriyle sundular. Kallavi bilim dergilerinde bu makaleler yayınlandı. Kitaplar basıldı ve anlatıldı. Bir şeyler keşfederken ve bulurken uyandırmamamız gereken “Kraken”i hep aklımızda tutmalıydık. Kraken, tehdit edilmemesi gereken bir mitolojik canavardır. Bizlerin ise tehdit etmemesi gereken Kraken doğanın ta kendisidir. Ya da bir başka deyişle Dünya’nın ta kendisidir. Mucitler, çoğunlukla insanlığın yararına icatlar yapmışlardır. Tepemizdeki ampulden tutun da yemek yediğimiz çatala kadar ve sonrasında yediklerimizi boşalttığımız ve modern insanın en değerli zamanını geçirdiği klozetlere kadar insanın hayatını nasıl kolaylaştırırız adlı soruya yönelik gelişimler göstermişlerdir. Hep insana çalışılıyor gibi gelmiyor mu sizlere de? Oysa bu gezegende sadece insanlar mı var? Yerde dolaşan bir karıncanın da en az bizim kadar yaşama hakkı yok mudur? Piknik için akın edilen ormanların en az bizim kadar rahat bir şekilde nefes alıp verme hakkı yok mudur? Kaldı ki nefes alma verme işlevimizi de o ormanlar bizlere bahşediyor. Çok garip, bizler en üstün varlıklar olarak böbürleniyoruz ama doğanın içinde barındırdığı diğer canlılar ve maddeler olmadan bizler birer hiçiz aslında.
Resim Kaynağı: https://www.behance.net/gallery/34853303/Destroying-nature-is-destroying-life |
Bir hastalık evresindeyiz. Bir virüs tüm dünyayı etkisi altına almış ve insanlık ekonomik olarak varını yoğunu buna harcamaya odaklamış durumda. Tabi bu varını yoğunu harcama işini parası olan devasa ülkeler daha rasyonel bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Bu hastalık evresinde birçok ülke insanlarını evine kapamak zorunda kaldı. Ülke bazlı karantinalar ilan edildi. Dünya, uzun bir süre sonra insan akışının en minimum seviyede üstünde hissetti. Yorgun ve halsiz mavi küre için bu süreç bir bakıma dinlenme süreci oldu desek yanlış olmaz sanırım. Milyarlarca otomobilin gökyüzüne karbondioksit göndermediği günler yaşadık. Gemilerin denizlere pisliklerini bırakmadığı günler yaşadık. Devasa motorlu uçakların gökyüzünü kirletmediği günler yaşadık. İnsanların sokakları çöp kutusu gibi kullanmadığı günler bile yaşadık. Fakat bunların hepsi kısa bir reklam arasından öteye gitmedi ne yazık ki. Ne zamanki ekonomik endişeler sağlıktan daha endişe verici oldu, tüm dünya artık bizler salgına karşı daha güçlüyüz deyip “yeni normal” adı altında kandırmaca ile insanları sokağa saldı. Kuduz mikrobuna maruz kalmış gibi insanlar öylesine bir yıkıma koştu ki dehşet içinde kaldım. Okuduğum bütün global haber kaynaklarında doğanın birkaç günlük kendine gelişini nasıl birkaç saatte yıktığımıza şahit oldum. Sadece ben olmadım elbette içinde yaşadığı gezegeni seven birçoğumuz bu dehşete kapıldık. Ülkemizdeki karantina günlerinde televizyonlar haberlerinde, hava kirliliğinin azaldığı, sokak hayvanlarının korkusuz bir şekilde yaşadığı, denizlerin tekrar mavileştiğini bizlere gösterdiler. Her birimiz bu görüntüleri izlerken mutlu olduk. Çünkü gözlerimiz yıllar sonra güzel şeyler görüyordu. Çirkinleştirmeye başladığımız gezegenimizdeki şehirlerin güzel birkaç yanına şahit oluyorduk. Bunlar uzun sürmedi. Dedim ya insanın gücüne şaşırıyorum.
Resim Kaynağı: https://www.haberturk.com/cevre-kirliliginin-yeni-aktorleri-maskeler-ve-eldivenler-2727771 |
Haberlerde artık denizlerin atık maske ve eldivenlerle dolduğunu izliyoruz. Düşünsenize gezegenimize hiçbir zararı olmayan deniz canlılarına yıkım getiriyoruz. Onları daha önce hiç görmedikleri pisliklere maruz bırakıyoruz. The Guardian gazetesinde yayınlanan bir yazıda kullandığımız maskelerin ve eldivenlerin 450 yıllık bir yok olma ömrüne sahip olduğundan söz ediliyor. DÖRT YÜZ ELLİ YIL! Denizlerin ve okyanusların altındaki yaşamı zaten epeydir tehdit ediyorduk. Şimdi ise bu tehdit etmeye yeni materyaller ekledik. Kullandığımız maske ve eldivenleri bir çöpe atmak insan için çok zor çünkü. Caddeler, sokaklar, parklar, ormanlar, denizler birer çöp kutusu değil mi zaten bizim için? İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Mesire yerlerinde piknikler yapılıyor. Her defasında sosyal mesafeyi soruyor muhabirler. Fakat şöyle bir dönüp kadrajın geniş penceresine baktığınızda yerlere saçılmış çöplerden çimenlerin yeşilini göremiyorsunuz. Yedikleri içtikleri her şeyin pisliğini ve artığını kendinden 1 metre öteye atıyor. Halbuki koca çöp konteynırları ile çevrili etrafı Homo Sapiens Sapiens’in. İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Resim Kaynağı: https://www.nytimes.com/2019/05/06/climate/biodiversity-extinction-united-nations.html |
Kordon boylarındaki çimenlere bakıyorum. Çimenlik alan, çöplerin altına kamufle olmuş durumda. Pet şişelerden, çekirdek kabuklarından, poşetlerden, maskelerden, ambalajlardan görünmüyor. Gün batışını izlerken o güzel manzarayı gördüğü için teşekkür edeceği Dünya’ya ise kendi imzasını bu şekilde atmayı uygun görüyor bu gezegenin en kudretli varlığı olan insan. İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Tatil yerlerine gitmek için can atan ve bu salgın nedeniyle biraz da endişe ile giden insanlar var. Bu insanlar, arabaları ile giderken geçtiği güzergaha biraz önce ağzından çıkardığı maskeyi camdan dışarı atıyor. Yolda dinlenmek için gördüğü gölgelik bir yerde yemeklerini yiyorlar ve bütün çöplerini o gölgesinden dolayı teşekkür edecekleri ağacın dibine atıyorlar. Böyle teşekkür etmeyi seviyor modern insan! İnsanın gücüne şaşırıyorum.
Belki yüzlerce örnek yazılabilir buraya ve yüzlercesini okuyarak kahrolabilirsiniz. Belki normal de gelebilir bazılarınıza. Fakat içinde bulunduğumuz şu global salgın dönemi bile bizlerin bir şeylerin farkına varmasını sağlayamadıysa hangi büyük yıkım bunu sağlar bilmiyorum. Gezegenimiz bizim evimiz. Bundan başka bir evimiz yok. Marsta kolonileşme hayali kuruyor artık insanlık. Zavallı Mars demekten başka bir şey diyemiyorum. İnsanın gücüne hayranım. İnsanım yok etme, yıkma, tahrip etme, yağmalama, yakma, kirletme, zarar verme, öldürme gücüne hayranım. Bir zamanların korkak ve beyinsiz ırkı şimdi her şeye terör estirmek ile meşgul. Ya da boş verin insanın hayran olunacak hiçbir gücü yok. Kinaye ile de olsa YOK!
Yorumlar
Yorum Gönder