Cehalete Kahkaha Atmak
Dünya'daki tüm canlıların fizyolojik ve psikolojik olarak gösterdikleri bazı olağan dışı hareketleri vardır. Bu hareketlere neden olan ise birçok mikroorganizma vardır. Öyle ki bu mikroorganizmalar içilen suda, solunan havada, yüzülen denizde, gezilen ormanlarda, ölülerin gömüldüğü topraklarda yer almaktadır. Bunları gözle görmemiz imkansızdır. O yüzdendir ki bu mavi kürede yaşayan her bir canlı, bu mikroorganizmalar yüzünden hasta olabiliyor. Hatta yine bu mikroorganizmalar vasıtasıyla (virüs, bakteri, parazit vb.) canlılar birilerini de hasta edebiliyorlar. Bitkiden hayvana ve insana, hayvandan bitki ve insana en son olarak da insandan bitki ve hayvanlara hastalık geçmesi durumu vardır. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Bu hastalıkların birçoğu canlı formuna göre değişiklik gösterip hafif veya şiddetli olarak kendisini belli etmektedir. Örneğin Amazon Yağmur Ormanları’ndaki böcekleri ele alalım. Bu böceklerin birçoğu rutin bir hayat yaşamaktadır. Mesela karıncalar her gün koloniler halinde işe çıkarlar. Yuvalarında kilometrelerce öteye gider ve orada besin toplayarak tekrar yuvalarına dönerler. Yağmur Ormanları’ndaki karınca popülasyonlarının artması bazen çok tehlikeli sonuçlara yol açmaktadır. Fakat doğanın kalbinde bunun da önüne geçilecek bir mekanizma mevcuttur. Karıncaların bu rutinleri sırasında böcekler için oldukça tehlikeli bir mantar türü olan “Cordyceps” (2007 yılında yapılan bir araştırmada aslında bu mantarın farklı bir tür olan Ophiocordyceps mantarı olduğu saptanmıştır. Bilgi: Evrim Ağacı) mantarının sporlarına temas eden bazı karıncalar olur. İşte her şey bu noktada başlar. Küçük böcekler haricinde diğer canlılara bir zararı tespit edilmeyen Cordyceps mantarı, karıncayı gerçek anlamda ele geçirir ve onu bir androide çevirir. Sporların etkisi altında kalan karınca, bu sporların direktifleri doğrultusunda hareket eder ve kolonisi ile birlikte eve dönerken bir anda yolunu değiştirir. Sporlar karıncayı bir ağaca tırmandırır. Ağacın belli bir yüksekliğine geldiğinde ise karınca artık son dakikalarını yaşamaktadır. Sporlar bu defa karıncaya dişlerini ağaca geçirmesini dikte eder ve karınca çaresiz bir köle olduğu için bunu yapar. Bu noktadan sonra korku filmlerini andıracak bir tepkime olur. Bu küçük, zavallı hayvanın başında bir anda Cordyceps mantarının filizi çıkmaya başlar. Belli bir seviyeye kadar büyür ve artık normal bir Cordyceps mantarı formuna gelir. Sadece karıncanın başının üstünde değil, vücudunun diğer bölümlerinde de bu reaksiyon görülür. Böylece karınca artık başka bir canlı formuna dönüşmüştür. Etli bir beden artık bir mantar olmuştur ve kendi türdeşlerine musallat olmaya hazırdır. Bu, sadece karıncalarda görülmüyor elbette. Kelebek, tırtıl, kakalak türü birçok böceklerin de başına bu korkunç olay gelmektedir. 10 yıl önce bir belgeselde denk geldiğim (şu an hala Netflix’te var sanırım ama adını hatırlayamadım) bu 2 dakikalık sahneyi dehşetle izlemiştim. O kadar korkunç gelmişti ki etkisinden birkaç gün kurtulamamıştım. Bir mantar sporu, karıncayı resmen yiyip bitiriyor. Bunla da kalmıyor kendi soyunu bu hayvanın vücudunda devam ettiriyor. Ne kadar dehşet verici değil mi? Bu, belki de benim bu zamana kadar tanık olduğum en dehşet verici hayvan hastalıklarından biriydi. Dünya'da milyonlarca hastalık türü var ve bunların bazıları tıpkı bu Cordyceps mantarının karınca üzerinde olan etkisi gibi dehşet vericidir. Bu dehşet verici hastalıklardan bir başkası da “Kuru Disease” yani “Kuru Hastalığı” olarak bilinen bir nörolojik hastalıktır. Bu defa işin içinde Cordyceps mantarı yok fakat hastalığın gidişatı en az bu mantarın sebep olduğu gibi dehşet vericidir.
Papua Yeni Gine’de yaşayan kabilelerden biri olan “Fore” kabilesinde yaşadığınızı düşünün. Kabile yaşantılarının en büyük ortak paydası sanayi devriminden etkilenmemiş olup, ilkel bir toplum olarak hayatlarına devam ediyor olmalarıdır. Bazı kabileler öylesine ilkeldir ki av araç ve gereçleri çelik ve demir ile buluşamamıştır. Taşları keskinleştirip avlara çıkarlar ve oldukça düşük bir oranda başarı ile tekrar evlerine dönerler. Bu tür oldukça ilkel araç gereçlere sahip olmalarına rağmen izole yaşamlarının kendilerine verdikleri önemli bir özgürlük de vardır. Hatta buna cahillik de diyebiliriz. Dünyayı kendi çevrelerinden ibaret sanmaları ve denizler ötesinde hiçbir şeyin olmadığını düşünmeleridir. Elbette bu düşünce uzunca bir süre devam etse de en nihayetinde yerle bir olmuştur. Zira “Beyaz Adam”ın elinin uzanmadığı hiçbir yer yoktur. Gökte geçen uçakların ardından, denizlerde beliren demir yığınlarıyla artık Papua Yeni Gine’nin kabileleri de yalnız olmadıklarını anlamıştır. Beyaz Adam’ın merakı genellikle katliamlarla ve işgallerle sonuçlansa da bazı bilim insanlarının niyeti de tam tersi bir şekilde sadece antropolojik bir gözlem olabiliyor. İşte bu antropolojik gözlemlerin birinde Fore halkında bazı gariplikler tespit edilmiştir. Bu garipliğin bir hastalık olduğu çok açıktır. Hatta öyle bir hastalıktır ki endemik olarak tanımlanmış ve tedavisi yoktur. İşte siz, böyle bir kabilenin bir üyesi olduğunu düşüneceksiniz. Yakın bir arkadaşınızda bazı tuhaf reaksiyonlar görüyorsunuz. Yaşadığınız bölgenin değişkenleri aynı olmasına rağmen böylesine tuhaflıklar görmek bilimden uzak bir halkı ve de sizi elbette büyük bir endişeye zerk ettirmektedir. Arkadaşınız şiddetli baş ağrıları, eklem ağrıları ve uzuvlarının titremesi gibi belirtilerini size ve diğer halka söylemektedir. Bu belirtilerin o yörede görülen bazı geçici hastalıklarla aynı şekilde oluşu akla ilk olarak o hastalıkları getirmektedir. Ya da böcek ve küçük hayvanların ısırıklarından sonra oluşan tepkimelerle de benzerlik gösterdiği için ona göre tedaviler uygulanmaktadır. Fakat bu tedaviler hiçbir işe yaramaz. Geçmişe yönelik düşünmeye başlarlar. Bu hastalığa sebep olan şeyi bulmaya çalışırlar. Fakat en fazla birkaç ay geçmişi hatırlayabilirler ve o noktada da bir sorun bulamazlar. Kuru, Fore dilinde tireme anlamına gelmektedir. O yüzden bu hastalık bu isimle anılmaktadır. Kuru’nun insan vücudundaki kuluçka süresi 5 ila 20 yıl arasında değişmektedir. Yani öyle birkaç ay öncesinde ne olmuş olabilir ki diye düşünmek arkadaşınız için faydasız oluyor. Yukarıda saydığım belirtilere bir de konuşmada bozukluk eklenerek hastalığın ilk evresi ortaya çıkmış oluyor. Artık arkadaşınız git gide kötüye gitmeye başlamıştır. Hastalığın ikinci evresine geldiğimizde de bu defa yürüme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Hatta bu yürüme bozuklukları öylesine şiddetli seyretmektedir ki, arkadaşınız sizden veya ailesinden birinden destek alamadan yürüyememeye başlar. Bu tür fizyolojik bozukluklara bir de mental bozukluklar eklenir. Hasta duygularını yönetememeye başlar. Durduk yere kahkahalar atar veya bir anda hıçkırarak ağlamaya başlar. Hatta bu kahkaha atmalar öylesine yoğun yaşanır ki Kuru hastalığı “Gülme Hastalığı” olarak da adlandırılmaya başlanır. Arkadaşınız gözünüzün önünde eriyip bitmektedir. Artık o kendi kendisine direktifler veremez hale gelmiştir. Sanki onun beyni de tıpkı yukarıda örneğini verdiğim karınca gibi Cordyceps mantarı tarafından ele geçirilmiştir. Fakat durum daha da içler acısıdır.
Arkadaşınız için artık çanlar çalmaya başlamıştır. Hastalık son evresine gelmiştir. Artık bir başkasından destek almadan ne yürüyebilir ne de oturabilir. Tuvaletini tutamaz. Yiyecekleri yemede zorluk yaşar ve onları çoğunlukla yutamaz. Beyni artık çevresinde olup biten herhangi bir şeye bir tepki verememektedir. Vücudunda iltihaplı irinler baş gösterir ve acı verirler. Arkadaşınız, bu evreye kadar gelebilmesi yönünden aslında şanslıdır. Zira hastalığın daha ilk evresinde ölümler görülmektedir. Hastalığın ilk evresinde olan reaksiyonlar bir anda zatürreyi de vücudunuzda peyda eder ve çok geçmeden yaşamınızı yitirirsiniz. İyi de böylesi dehşet bir hastalığın nedeni nedir? Arkadaşınızın normal giden hayatında ne değişmiş olabilir ki? Birkaç ay öncesine kadar geriye sarmak da fayda etmediyse daha öncesinde mi bir şey yaşandı? İşte bu sorunun cevabı korkunç bir evettir. Arkadaşınızın hastalığı gösterdiği ilk zamandan yaklaşık 5 yıl öncesine gidelim. Arkadaşınız annesini kaybetmiştir. İlkel kabilelerde cenaze törenleri elbette modern insanlarınki gibi olmaz. Oldukça farklı seremoniler ve ritüeller vardır. İşte Fore kabilesindeki ritüel ise belki de en mide bulandırıcı ve dehşet verici olanıdır. Arkadaşınızın annesinin cesedi seremoniler ardından toprağa hemen verilmez. Kabile halkı kadının ruhunun ve gücünün aile bireylerinde yaşaması gerektiğine inanırlar. Bunun için kadının cesedi bir sunağa yerleştirilir ve gırtlağından kasıklarına kadar vücudun üst kısmı ikiye ayrılır. İç organları çıkarılır ve aile bireylerine pay edilir. Ölünün iç organlarını yemek gibi dehşet bir ritüele sahip olmak korkunç değil mi sizce de? İşte arkadaşınız o iç organlardan birini yiyerek vücuduna “Prion” denen, viral hastalıklarda toksin üretiminden sorumlu, kendi kendini eşleyebilen ve enfekte proteinlerin yapımını sağlayan izole bir proteini enjekte etmiş olur (Prion Tanımı: Vikipedi). İşte bu prionlar tıpkı Cordyceps sporları gibi bir rol üstlenmektedir. Birebir benzerlik göstermiyor elbette. Fakat bütünsel anlamda bir canlıyı ele geçirip onu nörolojik olarak yönetme ortak paydası her iki mikroorganizmada da vardır.
Arkadaşınız, işte bu yamyamlık ritüeli sonucu oldukça korkunç ve acı verici bir şekilde ölmüştür. Siz Fore kabilesinin bir üyesi olarak bunu Beyaz Adam’dan öğreniyorsunuz. Antropolojik keşifler ve çalışmaların ne denli önemli olduğunu ve insanların yararına ne denli işler yaptığını bir kez daha anlıyoruz. Fakat siz bir kabile üyesisiniz ve kabilenizin tabularına karşı gelmek gibi bir mantaliteye sahip değilsiniz. Her ne kadar bu hastalık sizlere anlatılmış olsa da buna şiddetle karşı çıkıyor ve bu hastalığın tanrının bir laneti olarak görüyorsunuz. Bu laneti kovmak için çeşitli büyüler yapıyor ve kurbanlar kesiyorsunuz. Fakat bir yandan da ölü bedenlerin iç organlarını yiyerek prionları vücudunuza yerleştiriyorsunuz. Hastalığın, kuluçka süresinin oldukça uzun sürmesi de bu durumun o cesetlerden kaynaklanmadığı fikrine kendinizi sabitlemenize neden oluyor. Mantık, hiçbir şekilde Fore kabilesinin yanından geçemiyor. İşte burada inancın dehlizlerine sıkışmış bir halk görüyoruz. Belki bir başkası, bu halkın bir parçası olarak bilimsel verilere inanıyor. Hatta mantığında her şeyi oturtuyor. Fakat yaşadığı toplumda bunu dile getirmek ve halkına efsunlar yerine, ölüleri yemeyi bırakmanın en doğru tedavi olduğunu söylemekte çok zorlanıyor. Zaten bunu dile getirdiği anda muhtemelen işkencelere maruz kalabilir ya da öldürülebilir.
Kuru hastalığı bu kabilede endemik olarak kalıyor. Sadece halkı etkiliyor. Çünkü herhangi yabancı biri zaten kabileye kabul edilemez. Kabile ile birlikte yaşayamaz. Sayınız belki iki yüz kişiden ibaret ve bu iki yüz kişinin yarısı muhtemelen prionlarla bezeli. Kahkahalar atarak ölüyorsunuz. Acı acı kahkaha atmak bu olsa gerek. Fakat 1960'ların sonunda nihayet Fore halkı yamyamlığı bırakıyor. Hastalığın yaptıkları bu korkunç ritüelden kaynaklandığını bilim sayesinde anlıyorlar. Bu cümle keşke gerçek olsaydı. Bilimsel hiçbir uyarı bu halkı ritüellerinden alıkoyamazken, bölgeye gelen Hıristiyan misyonerler işin içine dini ve tanrıyı katınca her şey çözülüveriyor. İşte bu yüzden burada Kuru hastalığından daha büyük ve önlenmesi çok zor bir hastalık vardır; cehalete kahkaha atmak.
Araştırma yapılan siteler:
https://en.wikipedia.org/wiki/Kuru_(disease)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Prion
https://www.healthline.com/health/kuru
https://www.ninds.nih.gov/Disorders/All-Disorders/Kuru-Information-Page
https://www.britannica.com/story/cannibalism-cultures-cures-cuisine-and-calories
Resim Kaynağı: https://tr.pinterest.com/pin/822329213190800382/ |
Papua Yeni Gine’de yaşayan kabilelerden biri olan “Fore” kabilesinde yaşadığınızı düşünün. Kabile yaşantılarının en büyük ortak paydası sanayi devriminden etkilenmemiş olup, ilkel bir toplum olarak hayatlarına devam ediyor olmalarıdır. Bazı kabileler öylesine ilkeldir ki av araç ve gereçleri çelik ve demir ile buluşamamıştır. Taşları keskinleştirip avlara çıkarlar ve oldukça düşük bir oranda başarı ile tekrar evlerine dönerler. Bu tür oldukça ilkel araç gereçlere sahip olmalarına rağmen izole yaşamlarının kendilerine verdikleri önemli bir özgürlük de vardır. Hatta buna cahillik de diyebiliriz. Dünyayı kendi çevrelerinden ibaret sanmaları ve denizler ötesinde hiçbir şeyin olmadığını düşünmeleridir. Elbette bu düşünce uzunca bir süre devam etse de en nihayetinde yerle bir olmuştur. Zira “Beyaz Adam”ın elinin uzanmadığı hiçbir yer yoktur. Gökte geçen uçakların ardından, denizlerde beliren demir yığınlarıyla artık Papua Yeni Gine’nin kabileleri de yalnız olmadıklarını anlamıştır. Beyaz Adam’ın merakı genellikle katliamlarla ve işgallerle sonuçlansa da bazı bilim insanlarının niyeti de tam tersi bir şekilde sadece antropolojik bir gözlem olabiliyor. İşte bu antropolojik gözlemlerin birinde Fore halkında bazı gariplikler tespit edilmiştir. Bu garipliğin bir hastalık olduğu çok açıktır. Hatta öyle bir hastalıktır ki endemik olarak tanımlanmış ve tedavisi yoktur. İşte siz, böyle bir kabilenin bir üyesi olduğunu düşüneceksiniz. Yakın bir arkadaşınızda bazı tuhaf reaksiyonlar görüyorsunuz. Yaşadığınız bölgenin değişkenleri aynı olmasına rağmen böylesine tuhaflıklar görmek bilimden uzak bir halkı ve de sizi elbette büyük bir endişeye zerk ettirmektedir. Arkadaşınız şiddetli baş ağrıları, eklem ağrıları ve uzuvlarının titremesi gibi belirtilerini size ve diğer halka söylemektedir. Bu belirtilerin o yörede görülen bazı geçici hastalıklarla aynı şekilde oluşu akla ilk olarak o hastalıkları getirmektedir. Ya da böcek ve küçük hayvanların ısırıklarından sonra oluşan tepkimelerle de benzerlik gösterdiği için ona göre tedaviler uygulanmaktadır. Fakat bu tedaviler hiçbir işe yaramaz. Geçmişe yönelik düşünmeye başlarlar. Bu hastalığa sebep olan şeyi bulmaya çalışırlar. Fakat en fazla birkaç ay geçmişi hatırlayabilirler ve o noktada da bir sorun bulamazlar. Kuru, Fore dilinde tireme anlamına gelmektedir. O yüzden bu hastalık bu isimle anılmaktadır. Kuru’nun insan vücudundaki kuluçka süresi 5 ila 20 yıl arasında değişmektedir. Yani öyle birkaç ay öncesinde ne olmuş olabilir ki diye düşünmek arkadaşınız için faydasız oluyor. Yukarıda saydığım belirtilere bir de konuşmada bozukluk eklenerek hastalığın ilk evresi ortaya çıkmış oluyor. Artık arkadaşınız git gide kötüye gitmeye başlamıştır. Hastalığın ikinci evresine geldiğimizde de bu defa yürüme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Hatta bu yürüme bozuklukları öylesine şiddetli seyretmektedir ki, arkadaşınız sizden veya ailesinden birinden destek alamadan yürüyememeye başlar. Bu tür fizyolojik bozukluklara bir de mental bozukluklar eklenir. Hasta duygularını yönetememeye başlar. Durduk yere kahkahalar atar veya bir anda hıçkırarak ağlamaya başlar. Hatta bu kahkaha atmalar öylesine yoğun yaşanır ki Kuru hastalığı “Gülme Hastalığı” olarak da adlandırılmaya başlanır. Arkadaşınız gözünüzün önünde eriyip bitmektedir. Artık o kendi kendisine direktifler veremez hale gelmiştir. Sanki onun beyni de tıpkı yukarıda örneğini verdiğim karınca gibi Cordyceps mantarı tarafından ele geçirilmiştir. Fakat durum daha da içler acısıdır.
Resim Kaynağı: https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rstb.2008.0085 |
Arkadaşınız için artık çanlar çalmaya başlamıştır. Hastalık son evresine gelmiştir. Artık bir başkasından destek almadan ne yürüyebilir ne de oturabilir. Tuvaletini tutamaz. Yiyecekleri yemede zorluk yaşar ve onları çoğunlukla yutamaz. Beyni artık çevresinde olup biten herhangi bir şeye bir tepki verememektedir. Vücudunda iltihaplı irinler baş gösterir ve acı verirler. Arkadaşınız, bu evreye kadar gelebilmesi yönünden aslında şanslıdır. Zira hastalığın daha ilk evresinde ölümler görülmektedir. Hastalığın ilk evresinde olan reaksiyonlar bir anda zatürreyi de vücudunuzda peyda eder ve çok geçmeden yaşamınızı yitirirsiniz. İyi de böylesi dehşet bir hastalığın nedeni nedir? Arkadaşınızın normal giden hayatında ne değişmiş olabilir ki? Birkaç ay öncesine kadar geriye sarmak da fayda etmediyse daha öncesinde mi bir şey yaşandı? İşte bu sorunun cevabı korkunç bir evettir. Arkadaşınızın hastalığı gösterdiği ilk zamandan yaklaşık 5 yıl öncesine gidelim. Arkadaşınız annesini kaybetmiştir. İlkel kabilelerde cenaze törenleri elbette modern insanlarınki gibi olmaz. Oldukça farklı seremoniler ve ritüeller vardır. İşte Fore kabilesindeki ritüel ise belki de en mide bulandırıcı ve dehşet verici olanıdır. Arkadaşınızın annesinin cesedi seremoniler ardından toprağa hemen verilmez. Kabile halkı kadının ruhunun ve gücünün aile bireylerinde yaşaması gerektiğine inanırlar. Bunun için kadının cesedi bir sunağa yerleştirilir ve gırtlağından kasıklarına kadar vücudun üst kısmı ikiye ayrılır. İç organları çıkarılır ve aile bireylerine pay edilir. Ölünün iç organlarını yemek gibi dehşet bir ritüele sahip olmak korkunç değil mi sizce de? İşte arkadaşınız o iç organlardan birini yiyerek vücuduna “Prion” denen, viral hastalıklarda toksin üretiminden sorumlu, kendi kendini eşleyebilen ve enfekte proteinlerin yapımını sağlayan izole bir proteini enjekte etmiş olur (Prion Tanımı: Vikipedi). İşte bu prionlar tıpkı Cordyceps sporları gibi bir rol üstlenmektedir. Birebir benzerlik göstermiyor elbette. Fakat bütünsel anlamda bir canlıyı ele geçirip onu nörolojik olarak yönetme ortak paydası her iki mikroorganizmada da vardır.
Resim Kaynağı: https://www.britannica.com/story/cannibalism-cultures-cures-cuisine-and-calories |
Arkadaşınız, işte bu yamyamlık ritüeli sonucu oldukça korkunç ve acı verici bir şekilde ölmüştür. Siz Fore kabilesinin bir üyesi olarak bunu Beyaz Adam’dan öğreniyorsunuz. Antropolojik keşifler ve çalışmaların ne denli önemli olduğunu ve insanların yararına ne denli işler yaptığını bir kez daha anlıyoruz. Fakat siz bir kabile üyesisiniz ve kabilenizin tabularına karşı gelmek gibi bir mantaliteye sahip değilsiniz. Her ne kadar bu hastalık sizlere anlatılmış olsa da buna şiddetle karşı çıkıyor ve bu hastalığın tanrının bir laneti olarak görüyorsunuz. Bu laneti kovmak için çeşitli büyüler yapıyor ve kurbanlar kesiyorsunuz. Fakat bir yandan da ölü bedenlerin iç organlarını yiyerek prionları vücudunuza yerleştiriyorsunuz. Hastalığın, kuluçka süresinin oldukça uzun sürmesi de bu durumun o cesetlerden kaynaklanmadığı fikrine kendinizi sabitlemenize neden oluyor. Mantık, hiçbir şekilde Fore kabilesinin yanından geçemiyor. İşte burada inancın dehlizlerine sıkışmış bir halk görüyoruz. Belki bir başkası, bu halkın bir parçası olarak bilimsel verilere inanıyor. Hatta mantığında her şeyi oturtuyor. Fakat yaşadığı toplumda bunu dile getirmek ve halkına efsunlar yerine, ölüleri yemeyi bırakmanın en doğru tedavi olduğunu söylemekte çok zorlanıyor. Zaten bunu dile getirdiği anda muhtemelen işkencelere maruz kalabilir ya da öldürülebilir.
Kuru hastalığı bu kabilede endemik olarak kalıyor. Sadece halkı etkiliyor. Çünkü herhangi yabancı biri zaten kabileye kabul edilemez. Kabile ile birlikte yaşayamaz. Sayınız belki iki yüz kişiden ibaret ve bu iki yüz kişinin yarısı muhtemelen prionlarla bezeli. Kahkahalar atarak ölüyorsunuz. Acı acı kahkaha atmak bu olsa gerek. Fakat 1960'ların sonunda nihayet Fore halkı yamyamlığı bırakıyor. Hastalığın yaptıkları bu korkunç ritüelden kaynaklandığını bilim sayesinde anlıyorlar. Bu cümle keşke gerçek olsaydı. Bilimsel hiçbir uyarı bu halkı ritüellerinden alıkoyamazken, bölgeye gelen Hıristiyan misyonerler işin içine dini ve tanrıyı katınca her şey çözülüveriyor. İşte bu yüzden burada Kuru hastalığından daha büyük ve önlenmesi çok zor bir hastalık vardır; cehalete kahkaha atmak.
Araştırma yapılan siteler:
https://en.wikipedia.org/wiki/Kuru_(disease)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Prion
https://www.healthline.com/health/kuru
https://www.ninds.nih.gov/Disorders/All-Disorders/Kuru-Information-Page
https://www.britannica.com/story/cannibalism-cultures-cures-cuisine-and-calories
Yorumlar
Yorum Gönder