Vahşi Müzik: Arabesk
Bugünlerde evden dışarı çıkmak için birkaç kere düşünüyoruz artık. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve intikam sırası şimdi doğa anada. İnsanlık olarak doğaya zarar verebilecek hangi adımlar varsa hepsini atmış bulunuyoruz. Belki de daha da atacağız. Çünkü insanların bir şeylerden ders çıkardığı o sınırlı zaman dilimindeki dönem bitti artık. Çoğunluk yok etmeye dayalı bir güdü ile evden dışarıya adımını atıyor. Biz yine de etraflıca düşünüp birkaç saatliğine açık havada dolaşma kararı aldık diyelim. Ayakkabılarımızı bağladık ve sokağa ilk adımımız attık. Mahallemizde yürümeye başladık. Yerlerde sigara izmaritleri, kırılmış cam şişeler, biraz da doğa korunsun diye sağa sola attığımız maskeler (çünkü bizler paylaşımcı, iyilik timsalleriyiz), birkaç kişinin asfalta bıraktığı DNA örnekleri (tükürük olarak bırakmayı tercih ediyorlar genellikle), üstünüze çıkmaya meyilli insanlar ve de bütün sokağın ve mahallenin kendisinin olduğunu düşünen ve son ses “vahşi” müzik ile gezinen maganda bozuntuları… Emin olun bunların en azından iki-üç tanesine denk geliyorsunuzdur. Sadece birazcık dikkat etmek gerekiyor. Hatta bazı şeylere dikkat etmenize de gerek yok. Direkt olarak gözünüze, kulağınıza sokulmaya çalışılıyor. Sonra insanın içinde koşarak tekrar eve gitmek geliyor. Şahsen benim geliyor. Çünkü artık dışarısı bir savaş alanı olmuş durumda. Bu savaşın askerleri ise cahil ve maganda toplumun ta kendisidir. Hiç öyle “sert” konuştuğumu düşünmeyin. Oldukça yumuşak bir üslup ile anlatmaya başladım. Bu sertlikte de devam edeceğim yazıya. Zaten fazlasını yapmaya da lüzum yok. Ne oldu peki şimdi? Sokağa çıkınca neyle karşılaştık? Bir dizi olumsuzluk ve hayattan zevk almanızı engelleyecek bir sürü şey. Deniz kenarına gidiyorsunuz durum daha da beter bir hal alıyor. Deniz çöp yığını olmuş. Yanınızda oturan bir grup insan haykırarak konuşuyor ve sizin bireyselliğinizin canı cehenneme diyor. Yoldan geçen birkaç bisikletli bile saygısızlığı hayat felsefesi olarak benimsemiş durumda. Bakın bisiklet gibi batının bizlere sunduğu en güzel ve en faydalı ulaşım aracını bile sabote etmeyi başarabiliyoruz. Son zamanlarda bisiklet sürenlerin bisikletlerine bağladıkları kablosuz hoparlörlerde bangır bangır ne çalıyorsa onu sizlere de dinlettiriyorlar. Çünkü aşağılık tutum artık toplumun bütün kesimlerine, bütün sınıflarına inmiş durumda! Sınıf mı? Ne yani bizim toplumumuzda sınıfsal ayrım mı var? Gülüyorum ve geçiyorum bu sorunuza.
Peki, ama neden böyleyiz? Dışarı çıktığım zamanlarda kendi çapımda sürekli sosyolojik gözlemler yapardım. İnsanların davranışlarını izler ve bir şekilde bir mantığa oturtmaya çalışırdım. Çünkü insan bu, hani var olan canlıların en mükemmeli! Bu yüzden ben de her şeyi bir neden sonuç ilişkisi çerçevesinde değerlendirirdim. Fakat bunu bıraktım. Burada yazdıklarım elbette sadece bizim toplumumuz ile alakalı olacak. Türk toplumu son yılların en cehalet dönemini yaşıyor. Burası gerçek ne yazık ki. Kendisini bu cehaletten sıyıran ve biraz daha naif bir hayat yaşamayı tercih edenler ise toplum tarafından yerin dibine sokuluyor. Bu yerin dibine sokulma ise cehaletleri ile onlara yaptıkları sosyal tecavüz oluyor. Sizleri herhangi bir yerde barındırmama eğilimindeler. Çünkü sizler elinize kitabınızı alıp, sahilde bir saat sessiz bir şekilde kitabınızı okuyamazsınız. Okumak istediğinizde ya yan taraftaki ahlaksız güruh haykırışları ile size o naif dünyanızı dar eder ya yoldan geçen bisikletli insanlar son ses “popüler kültürsüzlüklerini” dinletir ya da yoldan son ses vahşi müziğini dinleyen dört kişilik bir maganda arabası geçer. Bu böyle artık. Naif insanların barınamadığı, aşağılık ve cahil insanların bayraklarını göklere çektiği bir toplumuz. Fakat bunun temelleri bugün atılmadı. Ya da 20 yıl önce atılmadı, bunun temelleri 1970li yıllarda “Arabesk Müzik” denen pesimist ve yok edici bir reform ile yapıldı. Reform sözcüğünü bunun için kullanıyor olmak çok acı ama ne yazık ki Türkiye’nin bir reformu olarak görüyorum bunu! Bu yazıyı yazmadan önce günlerce araştırmalar yaptım. Elime çok fazla “akademik” bir bilgi geçmedi ne yazık ki. Nasıl geçebilir ki zaten? Böylesi bir vahşi müzik türü hakkında kimler neden oturup akademik incelemeler yapsın ki. Sağ olsun birkaç güzel insan bu konu hakkında makaleler yazmış. Genellikle siyasi eşitlemelerin olduğu makaleler fakat yine de çok şey öğrendiğim de bir gerçek. Bu yazıda sadece kendi öznel düşüncelerimi değil aynı zamanda bu makalelerden bazı pasajları da sizlerle paylaşacağım.
1970li yıllarda “Orhan Gencebay” diye bir şarkıcı çıkar. Aslına bakarsanız Orhan Gencebay bana göre arabesk (ben buna vahşi müzik diyorum ve yazının geri kalanında da öyle devam edeceğim) müziğin başlangıç seviyesini nitelemektedir. Çünkü her ulusun olduğu gibi Türkiye’nin de bir folk müzik kültürü vardır ve bizler buna “Türkü” deriz. Türküler (çoğunluğu), bizim toplumumuzun müzikal anlamda en sağlam yapı taşlarıdır. İşte Orhan Gencebay da aslında bir türkücü olarak müziğe girişir fakat daha sonra kendisi bir depresif müzik tarzına doğru kayar. Sonuç olarak Arabesk müziğine girişini sağlar. İşin ilginci, Orhan Gencebay’ın biyografisine baktığınızda müzik eğitimini batı müzikleri üzerine almaya başlar ve sonrasında Türk Halk Müziği’ne kayar ve sonrasında da vahşi müziğin temsilcisi olup çıkar. Vahşi müzik şarkıcılarına baktığınızda onların mottosu her zaman şu olmuştur; “biz halkın sorunlarını anlatan şarkılar yapıyoruz, halkın içinden birileriyiz.” Halkın içinden birileri olmak kalıbı ülkenin bir zamanlar (belki de hala) en büyük insanları kandırma ve tavlama sözüydü. Herkesten, her yerde bu sözcüğü duyardınız. O dönemlerde ülke zaten her türlü buhranı yaşıyor. Siyasi ve ekonomi olarak dipleri görüyor ve halk ise haliyle perişan durumda. Şimdi böylesi perişan bir halkın yanında yer almak sizce nasıl olmalıdır? İnsanların yüzünden düşen bin parça ve yarından ötesini düşünemiyor kimse. Bu arada biz hangi yıldayız? 2020 değil mi? Oh, iyi içim rahat etti. Biraz tanıdık geldi de az önce 70li yıllar için söylediğim şeyler. Böylesine tükenmiş bir halka daha büyük ne kötülük yapılabilir diye düşünüyorsunuz. İşte tam o anda vahşi müziğin ta kendisi peyda oluyor! Arabesk müzik; pesimist, melankolik, umutsuzluk ve duygu sömürüsü yapan bir türdür. İşte böylesi bir müzik türü o dönemki halka dinlettiriliyor. Evet, DİNLETTİRİLİYOR. Sokaklarda kaset satan el arabacıları, bangır bangır sesi açarak yolda yürüyen halka dinleten kafeler, radyolar… Halk artık bu müzik türünden başka bir şey dinleyemez olmuştur. Halbuki bu Arap efekti ülkeye bulaşmadan önce insanlar radyolarında klasik müzik ve Türk Halk Müziği gibi kaliteli eserler dinlerlermiş. Nereden nereye…
Dediğim gibi Orhan Gencebay bu vahşi müziğin belki de en az zararlı olanıdır. Aynı dönemler esas ortalığı kasıp kavuracak ve artık Atatürk’ün hayalindeki Batılı ülke olma arzularına en büyük tekmelerden birini vuracak olan Müslüm Gürses devreye girer. Ne oldu? Müslüm Gürses deyince öfkeniz iyice tavan mı yaptı? Evet, evet şu hani sizin şarkılarını dillerinize doladığınız, biyografi filmine paralar akıttığınız Müslüm Gürses’ten söz ediyorum. “Can T. Yalçınkaya”nın makalesi olan “Turkish Arabesk Music and the Changing Perceptions of Melancholy in Turkish Society” (Türk Arabesk Müziği ve Türk Toplumunun Melankolik Evrimi)’de ülkenin zaten Batı ve Doğu kültürü arasında sıkışıp kaldığını söylüyor. Fakat vahşi müziğin en büyük temsilcisi Müslüm Gürses’in devreye girmesi ile artık bu arada kalmışlık ortadan kalkıyor ve vahşi müzik klasik müziği karanlık bir köşeye atıyor. Müslüm Gürses’in söylediği şarkılar öylesine büyük ilgi görüyor ki bir anda toplumun alt sınıfı olarak belirtilen “mahalle toplumu” bu adamın adeta müritleri oluyorlar. Her yerde sürekli Müslüm Gürses taraftarlığı hatta holiganlığı yapmaya başlıyorlar. İşin daha korkunç tarafı ise artık bu insanlar birer tehdit unsuruna dönüşmüş durumdadırlar. Düşünsenize mahallenizin bir yerinde sürekli böyle bir grup var ve mahallede yürüyen herkesten hesap sorabiliyor, tehdit edebiliyor hatta canına kastedebiliyor. Müslüm Gürse, sadece şarkı söylemedi. Müslüm Gürses bu ülkedeki potansiyel katilleri, yol kesicileri, tecavüzcüleri uyandırdı. Ağır mı oldu? O filmdeki gidi değil mi her şey? Sahi o film nasıldı? Sürekli Müslüm Gürses’in ne kadar fakir olduğundan, aç kaldığından falan mı bahsediyordu? İzleyenler bilir, başka neden bahsedecek ki? İşin bu tarafına değindiler mi? Şunu diyebildiler mi filmde; “Müslüm Gürses yüzünden bugüne kadar ulaşmış arabesk ve tehditkâr bir nesil vardır ve bunlar türemeye devam etmektedir.” Sanmıyorum.
Toplumun alt tabakasına ulaşmak çok basit bir şeydir. Onlar zaten sürekli örselenmiştir ve haksızlığa uğramıştır. Onlar zaten açtır ve onlar zaten belirli insanları sevmek ve onlarla hayat kurmak zorundadır. Peki, bu insanlara böyle mi destek olunur? Neden güzel duygular aşılamak yerine acılarına daha fazla acı, yokluklarına daha fazla yokluk ekleniyor? Çünkü bu işin mantalitesi budur. Optimist düşünce asla olamaz. Büyüyemez ve yaşayamaz. Melankolik serumları insanlara enjekte etmek en kolayı. Zaten hayattan pek bir beklentisi olmayan böyle bir kitleye vahşi müzik ile “sen acılısın, sen fakirsin o yüzden istediğini yapmakta özgürsün” mesajı verilirse toplumun suç oranının artmaması gibi bir şey düşünülemez. Nitekim de öyle oldu ve günümüzde de olmaya devam ediyor. Hiçbir zaman bu ülkede suç işleyenlerin ne tür müzik dinlediğine dair bir sosyolojik araştırma yapılmıyor. Yapılamaz da! Çünkü ortaya çıkacak sonuç, el birliği ile inşa edilen toplumun ta kendisi olacaktır. Yaşar dinleyen birinin eline bıçağı alıp kız arkadaşını öldüreceği düşüncesi size ne kadar sıcak geliyor? Çıkacak sonuç bellidir. Vahşi müzik sadece bir müzik değil aynı zamanda toplumsal tehdit unsurudur. Yıllar önce Fazıl Say arabesk müzik için vatan hainliğidir demişti. Belki hatırlayanlarınız vardır. Ben bu vatan hainliği kavramı üzerine çok fazla düşünmüştüm. Vatan haini olmak için illa elinize silah alıp dağlara çıkmanız gerekmiyor. Eğer yola çöp atıyorsan, denizi kirletiyorsan, kadınlara sarkıntılık yapıyorsan, çalıyorsan, sömürü yapıyorsan da vatan haini değil misindir? Zarar verdiğin bu vatan değil midir? Bu vatan ve bu vatanın insanları değil midir? Toplumu sürekli kederli bir hale büründüren ve onları birer suç makinesi haline getiren müzik yapmak da vatan hainliği değil midir? O zamanki cahil kesim Fazıl Say’ı yerden yere vurmuşlardı. Bu adam mı haksız yani?
Vahşi müzik günümüze ulaşana kadar hem çok fazla şarkıcı üretti hem de çok farklı şekilde dallanıp budaklandı. Topluma acı zerk etme ile başlayan bu cehalet operasyonu, vandallık ile devam etmektedir. Hiç boşuna buna hayır demeyin. Ya da deyin ama bunu sokağa çıkıp biraz gözlem yaptıktan sonra deyin. Ben, bütün toplum otursun klasik müzik dinlesin demiyorum. Zaten böyle bir şey demek diktatörlüğe girer. Benim en büyük kızgınlığım her şeyin dinlenebilir olduğunu savunanlaradır. Benim en büyük kızgınlığım vahşi bir müziğe sanat diyenlere ve bunu övenleredir. Topluma hiçbir faydası olmayan ve tam aksine şiddeti arttıran bir müzik türüne neden ihtiyaç var? Neden bunu dinleme ihtiyacı hissediyorsunuz? Yine az önce adını verdiğim makalede bu müziğin sigara ve rakı ile birlikte tüketildiği yazılmış. Daha doğrusu tespit edilmiş. Bu müziğin dinlendiği bir yerde hiçbir zaman iyi bir şeylerden söz edilmediği ve tam tersine gereksiz melankoli yarattığı da yine vurgulanıyor. İnsanlar hüzünlü olabilir ve bu duygularını da bir süre yaşamak isteyebilirler. Fakat bu hüznü yaşarken aynı zamanda sizleri içten içe yeyip bitirecek şeyler dinlemek, kendi kendinizi yok etmektir. Ne yani Almanya’daki bir insan hüzünlenmiyor mu veya bu duygusunu biraz daha yaşamak istemiyor mu? Bunun için o da arabesk mi açıp dinliyor? Hayır tabi ki! Sadece daha duygusal ve düşük tempolu bir müzik dinleyerek o anki hüznünü yaşıyor. Hepsi bu! İnanın hepsi bu! Daha fazlasına gerek yok zaten. Vahşi müziğin en tuhaf evrimini ise son birkaç yıldır yaşıyoruz. Bu müzik bir “underground” müzikti. Yukarıda da dediğim gibi “mahalle toplumu” denilen insanlara dinlettirilen ve sonrasında artık onların bizzat başvurduğu müzikti. Şimdi ise 7’den 77’ye her kesimden insanın dinlediği hatta bunu göğüslerini gere gere reklam ettikleri bir müzik türü oldu. Bunun kısa adı “Müslüm Gürses Efektidir.” Müslüm Gürses’in vahşi müziği bir köşeye bırakıp (tam olarak bırakmadı) Rock şarkılarını kendi sitili ile söylemesinden sonra artık herkes Müslümcü olmuştu. Evet, Müslümcü olmak diye bir tabir vardı. Fakat günümüzdekiler Marjinal Müslümcü oldu. Etrafınıza şöyle bir bakın ve bunlardan birkaç tane illa ki göreceksinizdir. Hatta bu tipler için tasarım meyhaneler açıldı, garip garip dizaynlara sahip ne eski ne yeni mekan tarzları benimsendi. Hemen hemen hepsinin duvarında da Müslüm Gürses’in bir resmi vardır ve altında şarkı sözlerinden bir mısra yazarlar. Neticesinde de 3-4 Marjinal Müslümcü bir araya gelir ve oraya gider rakı içip arabesk dinlerler. Elbette bu mekanlarda sadece arabesk çalınmıyor. Popüler veya geçmiş yıllarda popüler şarkılar da yine bangır bangır kulaklarınızda çınlıyor. Nereden mi biliyorum? Dedim ya herkesin çevresinde var böyle Marjinal Müslümcüler!
Aslında yazılacak çok fazla şey var. Hazırladığım taslakta çok daha fazla şeye değinmiştim. Fakat zaten çoğu kişi için yazının şu hali bile oldukça uzun gelecektir. O yüzden toparlayıp, yazıyı sonlandıracağım. Artık magandaların hükmettiği ve tehditler savurduğu şehirlerde yaşıyoruz. Hangi şehir olursa olsun bu türden insanlar hep var ve var olmaya da devam edecek. Çünkü artık geri dönüşü çok zor bir yola girdik ve bu yol cehaletin ve vahşiliğin yoludur. Burada eleştirdiğim bir müzik türünden çok yarattığı kötü etkiyedir ve bu etki uzun yıllar boyunca devam edecektir. Kadın cinayetlerinde, yol kesip insanları dövmede, genç kızlara sarkıntılık yapmada, otobüste, trende bağıra çağıra konuşmalarda ve daha sayamadığım bir sürü ahlak yoksunluğunun temelinde işte bu arabesk cehalet vardır. Katılırsınız, katılmazsınız. Ne yazık ki benim açımdan durum böyle. Ayakkabılarımı çıkarıyorum ve evime giriyorum. Çünkü dışarısı onların yeri artık..!
Not: Hiçbir şekilde arabesk müzik şarkıcılarının fotoğrafını yazıya eklemek istemedim. Bilginize.
Peki, ama neden böyleyiz? Dışarı çıktığım zamanlarda kendi çapımda sürekli sosyolojik gözlemler yapardım. İnsanların davranışlarını izler ve bir şekilde bir mantığa oturtmaya çalışırdım. Çünkü insan bu, hani var olan canlıların en mükemmeli! Bu yüzden ben de her şeyi bir neden sonuç ilişkisi çerçevesinde değerlendirirdim. Fakat bunu bıraktım. Burada yazdıklarım elbette sadece bizim toplumumuz ile alakalı olacak. Türk toplumu son yılların en cehalet dönemini yaşıyor. Burası gerçek ne yazık ki. Kendisini bu cehaletten sıyıran ve biraz daha naif bir hayat yaşamayı tercih edenler ise toplum tarafından yerin dibine sokuluyor. Bu yerin dibine sokulma ise cehaletleri ile onlara yaptıkları sosyal tecavüz oluyor. Sizleri herhangi bir yerde barındırmama eğilimindeler. Çünkü sizler elinize kitabınızı alıp, sahilde bir saat sessiz bir şekilde kitabınızı okuyamazsınız. Okumak istediğinizde ya yan taraftaki ahlaksız güruh haykırışları ile size o naif dünyanızı dar eder ya yoldan geçen bisikletli insanlar son ses “popüler kültürsüzlüklerini” dinletir ya da yoldan son ses vahşi müziğini dinleyen dört kişilik bir maganda arabası geçer. Bu böyle artık. Naif insanların barınamadığı, aşağılık ve cahil insanların bayraklarını göklere çektiği bir toplumuz. Fakat bunun temelleri bugün atılmadı. Ya da 20 yıl önce atılmadı, bunun temelleri 1970li yıllarda “Arabesk Müzik” denen pesimist ve yok edici bir reform ile yapıldı. Reform sözcüğünü bunun için kullanıyor olmak çok acı ama ne yazık ki Türkiye’nin bir reformu olarak görüyorum bunu! Bu yazıyı yazmadan önce günlerce araştırmalar yaptım. Elime çok fazla “akademik” bir bilgi geçmedi ne yazık ki. Nasıl geçebilir ki zaten? Böylesi bir vahşi müzik türü hakkında kimler neden oturup akademik incelemeler yapsın ki. Sağ olsun birkaç güzel insan bu konu hakkında makaleler yazmış. Genellikle siyasi eşitlemelerin olduğu makaleler fakat yine de çok şey öğrendiğim de bir gerçek. Bu yazıda sadece kendi öznel düşüncelerimi değil aynı zamanda bu makalelerden bazı pasajları da sizlerle paylaşacağım.
Resim Kaynağı: https://www.libertycityrecords.nl/single-post/2017/03/14/We-need-bad-music |
Dediğim gibi Orhan Gencebay bu vahşi müziğin belki de en az zararlı olanıdır. Aynı dönemler esas ortalığı kasıp kavuracak ve artık Atatürk’ün hayalindeki Batılı ülke olma arzularına en büyük tekmelerden birini vuracak olan Müslüm Gürses devreye girer. Ne oldu? Müslüm Gürses deyince öfkeniz iyice tavan mı yaptı? Evet, evet şu hani sizin şarkılarını dillerinize doladığınız, biyografi filmine paralar akıttığınız Müslüm Gürses’ten söz ediyorum. “Can T. Yalçınkaya”nın makalesi olan “Turkish Arabesk Music and the Changing Perceptions of Melancholy in Turkish Society” (Türk Arabesk Müziği ve Türk Toplumunun Melankolik Evrimi)’de ülkenin zaten Batı ve Doğu kültürü arasında sıkışıp kaldığını söylüyor. Fakat vahşi müziğin en büyük temsilcisi Müslüm Gürses’in devreye girmesi ile artık bu arada kalmışlık ortadan kalkıyor ve vahşi müzik klasik müziği karanlık bir köşeye atıyor. Müslüm Gürses’in söylediği şarkılar öylesine büyük ilgi görüyor ki bir anda toplumun alt sınıfı olarak belirtilen “mahalle toplumu” bu adamın adeta müritleri oluyorlar. Her yerde sürekli Müslüm Gürses taraftarlığı hatta holiganlığı yapmaya başlıyorlar. İşin daha korkunç tarafı ise artık bu insanlar birer tehdit unsuruna dönüşmüş durumdadırlar. Düşünsenize mahallenizin bir yerinde sürekli böyle bir grup var ve mahallede yürüyen herkesten hesap sorabiliyor, tehdit edebiliyor hatta canına kastedebiliyor. Müslüm Gürse, sadece şarkı söylemedi. Müslüm Gürses bu ülkedeki potansiyel katilleri, yol kesicileri, tecavüzcüleri uyandırdı. Ağır mı oldu? O filmdeki gidi değil mi her şey? Sahi o film nasıldı? Sürekli Müslüm Gürses’in ne kadar fakir olduğundan, aç kaldığından falan mı bahsediyordu? İzleyenler bilir, başka neden bahsedecek ki? İşin bu tarafına değindiler mi? Şunu diyebildiler mi filmde; “Müslüm Gürses yüzünden bugüne kadar ulaşmış arabesk ve tehditkâr bir nesil vardır ve bunlar türemeye devam etmektedir.” Sanmıyorum.
Resim Kaynağı: http://lukeka-pow.blogspot.com/2010/08/dark-streets.html |
Vahşi müzik günümüze ulaşana kadar hem çok fazla şarkıcı üretti hem de çok farklı şekilde dallanıp budaklandı. Topluma acı zerk etme ile başlayan bu cehalet operasyonu, vandallık ile devam etmektedir. Hiç boşuna buna hayır demeyin. Ya da deyin ama bunu sokağa çıkıp biraz gözlem yaptıktan sonra deyin. Ben, bütün toplum otursun klasik müzik dinlesin demiyorum. Zaten böyle bir şey demek diktatörlüğe girer. Benim en büyük kızgınlığım her şeyin dinlenebilir olduğunu savunanlaradır. Benim en büyük kızgınlığım vahşi bir müziğe sanat diyenlere ve bunu övenleredir. Topluma hiçbir faydası olmayan ve tam aksine şiddeti arttıran bir müzik türüne neden ihtiyaç var? Neden bunu dinleme ihtiyacı hissediyorsunuz? Yine az önce adını verdiğim makalede bu müziğin sigara ve rakı ile birlikte tüketildiği yazılmış. Daha doğrusu tespit edilmiş. Bu müziğin dinlendiği bir yerde hiçbir zaman iyi bir şeylerden söz edilmediği ve tam tersine gereksiz melankoli yarattığı da yine vurgulanıyor. İnsanlar hüzünlü olabilir ve bu duygularını da bir süre yaşamak isteyebilirler. Fakat bu hüznü yaşarken aynı zamanda sizleri içten içe yeyip bitirecek şeyler dinlemek, kendi kendinizi yok etmektir. Ne yani Almanya’daki bir insan hüzünlenmiyor mu veya bu duygusunu biraz daha yaşamak istemiyor mu? Bunun için o da arabesk mi açıp dinliyor? Hayır tabi ki! Sadece daha duygusal ve düşük tempolu bir müzik dinleyerek o anki hüznünü yaşıyor. Hepsi bu! İnanın hepsi bu! Daha fazlasına gerek yok zaten. Vahşi müziğin en tuhaf evrimini ise son birkaç yıldır yaşıyoruz. Bu müzik bir “underground” müzikti. Yukarıda da dediğim gibi “mahalle toplumu” denilen insanlara dinlettirilen ve sonrasında artık onların bizzat başvurduğu müzikti. Şimdi ise 7’den 77’ye her kesimden insanın dinlediği hatta bunu göğüslerini gere gere reklam ettikleri bir müzik türü oldu. Bunun kısa adı “Müslüm Gürses Efektidir.” Müslüm Gürses’in vahşi müziği bir köşeye bırakıp (tam olarak bırakmadı) Rock şarkılarını kendi sitili ile söylemesinden sonra artık herkes Müslümcü olmuştu. Evet, Müslümcü olmak diye bir tabir vardı. Fakat günümüzdekiler Marjinal Müslümcü oldu. Etrafınıza şöyle bir bakın ve bunlardan birkaç tane illa ki göreceksinizdir. Hatta bu tipler için tasarım meyhaneler açıldı, garip garip dizaynlara sahip ne eski ne yeni mekan tarzları benimsendi. Hemen hemen hepsinin duvarında da Müslüm Gürses’in bir resmi vardır ve altında şarkı sözlerinden bir mısra yazarlar. Neticesinde de 3-4 Marjinal Müslümcü bir araya gelir ve oraya gider rakı içip arabesk dinlerler. Elbette bu mekanlarda sadece arabesk çalınmıyor. Popüler veya geçmiş yıllarda popüler şarkılar da yine bangır bangır kulaklarınızda çınlıyor. Nereden mi biliyorum? Dedim ya herkesin çevresinde var böyle Marjinal Müslümcüler!
Aslında yazılacak çok fazla şey var. Hazırladığım taslakta çok daha fazla şeye değinmiştim. Fakat zaten çoğu kişi için yazının şu hali bile oldukça uzun gelecektir. O yüzden toparlayıp, yazıyı sonlandıracağım. Artık magandaların hükmettiği ve tehditler savurduğu şehirlerde yaşıyoruz. Hangi şehir olursa olsun bu türden insanlar hep var ve var olmaya da devam edecek. Çünkü artık geri dönüşü çok zor bir yola girdik ve bu yol cehaletin ve vahşiliğin yoludur. Burada eleştirdiğim bir müzik türünden çok yarattığı kötü etkiyedir ve bu etki uzun yıllar boyunca devam edecektir. Kadın cinayetlerinde, yol kesip insanları dövmede, genç kızlara sarkıntılık yapmada, otobüste, trende bağıra çağıra konuşmalarda ve daha sayamadığım bir sürü ahlak yoksunluğunun temelinde işte bu arabesk cehalet vardır. Katılırsınız, katılmazsınız. Ne yazık ki benim açımdan durum böyle. Ayakkabılarımı çıkarıyorum ve evime giriyorum. Çünkü dışarısı onların yeri artık..!
Not: Hiçbir şekilde arabesk müzik şarkıcılarının fotoğrafını yazıya eklemek istemedim. Bilginize.
Yorumlar
Yorum Gönder