Dünyaya Hasta-Engelli Birey Getirme Sorunu
Başlığa bakıldığı zaman bile konunun ne kadar ciddi olduğu anlaşılıyor aslında. Yani ciddiye alınması lazım diye düşünüyorum. Zira dünyaya çocuk getirme fikrinin kendisi zaten başlı başına bir sorun. Üremek, çoğalmak ve soy devam ettirme fikri her zaman insan için önemli bir konu olmuştur. Çoğu kimseler “çocuk yapma” fikrinin hayatın rutin bir parçası olduğunu düşünürler. İki insan tanışır, sevişir ve çocuk meydana gelir. Bu kadar basit gibi görünse de aslında bu cümlenin arkasında sayfalarca yazılacak detaylar mevcuttur. Şöyle birkaç varyasyonunu ele alalım isterseniz. İki insan tanışır (heteroseksüel olarak ele alalım), birbirleri ile zaman geçirmekten hoşlanırlar. Daha sonra aralarındaki bu sevgi seks ile birleşir ve hazlarını yaşamaya başlarlar. Bu hazlarını yaşama süreci korunmalı bir şekilde devam eder. Sonra bir sorun çıkmazsa eğer aralarında evlenirler ve korunmasız olarak seks yapmaya başlarlar. En nihayetinde bu korunmasız seks sonucu erkeğin spermleri kadının vajinasından içeriye doğru yarışa başlar ve bir tanesi yumurtaya girerek yarışı kazanır. Böylece yeni bir varlık için ilk adım atılmış olur. Bu birinci varyasyondaki durum yarı gelenekçi insanların süreci olsun. Zira evlenmeden seks olmaz dememişlerdir. Fakat çocuk evlendikten sonra yapılmıştır. Bir diğer durum ise; iki kişi tanışır fakat bu iki kişi muhafazakâr iki ailenin ferdidir. Bu tanışma süreci öyle hızlı geçer ki lafı uzatmadan yüzükler takılmış olur ve birkaç ay içinde de evlenirler. Bütün bu hızın yalnızca bir sebebi vardır. O da kurallar (dini) içinde doyasıya seks yapabilmektir. Zaten bu doyasıya sekste korunma olmaz ve çocuk yapma olayı daha erken gerçekleşir. Bu da bizim ikinci varyasyonumuz olsun. En son varyasyonumuz ise bizim ülkemizde göremeyeceğimiz olan evlenmeden birliktelik hayatı ve bu birliktelikte olan çocuk. Birçok ülkede böyle bir yaşam tarzı mümkündür. Fakat Türkiye gibi muhafazakarlık ile yoğrulmuş bir mayaya sahip olan ülkelerde uzun bir süre daha göremeyeceğimiz bir olgu bu. Eşcinsel bireyleri bu çemberin içine dahil etmedim. Onların doğurganlık durumları sekteye uğruyor. Bunun yerine onlar evlat edinmeyi veya yapay döllenme ile (kadın eşcinseller) çocuk sahibi olmayı seçebiliyorlar. Bütün bu varyasyonlara baktığımızda (eşcinsel bireylerinki hariç) çocuk yapmak genellikle üzerinde fazla düşünülen bir olgu olması gerekirken, bunun tam tersi sadece seksin ve hazzın bir parçası olmuş oluyor.
Çocuk dünyaya getirmek nedense çok büyük bir marifetmiş gibi bir önem arz ediyor insanların hayatlarında. Üremek bu kadar matah bir şey olmasa gerek diye düşünüyorum. Dünyayı yeteri kadar işgal etmiyormuşuz gibi çoğalmaya devam ediyoruz. Fakat içinde yaşadığımız evimiz artık organik olmaktan ne yazık ki giderek uzaklaşıyor. Sentetik bir dünyanın içinde yaşıyoruz artık. Sanayileşme hat safhada. Robotik bir çağdayız. Ya da sanayi dilinde söylersem “Endüstri 4.0” çağındayız. Bu çağ, insan hayatını olabildiğince kolaylaştırmayı hedefliyor. Getirisi, büyük rahatlıktan başka bir şey değil. Bu devrim ile değerli zamanımızı artık daha fazla boş işlere ayırabiliyoruz. Çevremizdeki her şey hız odaklı. Her şeyi çok kısa sürelerde yapabiliyoruz. Fakat bu hız hayatlarımızı kolaylaştırmanın yanında beraberinde büyük felaketler de getiriyor. Sanayileşmenin bu denli artması ve özellikle denetim mekanizmalarının giderek esnetilmesi insan hayatına mal olacak etmenlerle geri dönüyor. Giderek artan kanser vakaları ve genimize yerleşen habisler bunun en büyük kanıtları niteliğinde.
Çoğalıyoruz. Evet, sürekli, her saniye çoğalıyoruz. Fakat her insan sağlıklı bireyler dünyaya getiremiyor ne yazık ki. Üstün körü bir hazzın sonucunda dünyaya gelen çocukların bazıları da ne yazık ki hasta olarak doğuyor. Öylesine bir artış var ki bu hasta çocuk doğumlarında şaşırmamak elde değil. Amerikan kuruluşu “Centers for Disease Control and Prevention” (Hastalık Korunma ve Kontrol Merkezleri)’ın internet sitesine baktığımızda durumun ne kadar ciddi olduğunu anlıyoruz. Öyle ki yapılan analizler ve araştırmalar sonucunda ABD’de her 4 buçuk dakikada bir dünyaya hastalıklı ve/veya engelli bir bebek geliyor. Bu da ABD’de yılda yaklaşık 120.000 bebeğin bu tür olumsuzluklarla doğuyor olduğunu gösteriyor. Bir de bunun globaldeki yansımasını düşünün! Genetik aktarım, doğum sırasındaki komplikasyonlar ve hamilelikte yaşanan psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklar sonucu dünyaya gelen bebekler de ne yazık ki hastalıkla beraber gözlerini açıyorlar. Bu noktada oldukça çetrefilli bir süreç başlıyor. Eğer ebeveynlerden herhangi biri genlerinde ciddi bir rahatsızlık taşıyorsa bunun bebeğe aktarılma yüzdesi bir hayli yüksek. Bunun bilincinde olup yine de çocuk sahibi olmak isteyen insanların sayısı da bir hayli fazla. Bir diğer durum da hamilelik esnasında annenin yaşadığı olaylar oluyor. Psikolojik travmalar geçiren bir anne, eğer bu travmalardan dolayı beslenmesini aksatırsa ya da zararlı maddeler tüketirse bu durumun negatif etkileri yine henüz doğmamış olanın başına patlayacaktır. Psikolojik travmanın yanı sıra fiziksel bir olumsuzlukla da karşılaşabilir anne. Bu durumda da karnındaki büyümekte olan bebek yine zarar
görecektir.
Fakat hamilelik sürecinde yaşanan bu tür olayların bir çözümü yok değil. Eğer bebek anne karnındayken herhangi bir nedenden dolayı hastalıklı doğacaksa hiç doğmaması en iyi çözüm olacaktır. Birçoğunuz burada bana karşı sinirlenmiş olabilirsiniz. Fakat hayata hasta bir çocuk (engelli de olabilir) getirmek sizce ne kadar doğru? Giderek kötüleşen yaşam standartları ve sentetik bir dünyanın zorluğunu da hesaba katarsak hasta bir çocuk fikri ne yazık ki pek iyi görünmüyor. İnsanlar (sağlıklı doğanlar) elbette hastalanabilirler (ciddi hastalıklardan söz ediyorum) veya uzuvlarını yitirebilirler. Fakat bu durum insanların başına hayattayken gelmiştir. Sonradan başa gelecek olan olumsuzluklardan kişi kendisi sorumludur. Fakat dünyaya gelmemiş bireylerin sorumluluğu kendilerinde değildir. İşin içine merhamet ve manevi duyguları katıp, bilerek hasta bir çocuğu yaşatma istencinde büyük bir bencillik ve ciddiyetsizlik görüyorum. Var olmanın kendisi herhangi sağlıklı bir insan için bile katlanılmaz olabiliyorken hasta ve engelli bir kişi için ne kadar zor olur tahmin etmesi pek de zor değil.
Eğer böyle bir çocuğu dünyaya getirirsek hiç beklenmedik serzenişlerle karşılaşabiliriz. Şahsen, ben böylesi bir serzenişin kesinlikle olması taraftarıyım. Düşünsenize hasta bir çocuk her yeni yaşında yetişkinliğe doğru giderken olayın ne kadar vahim olduğunu iyice fark ediyor. Farkındalığı artıyor. Bebekliğinden beri yaşamını ilaçlarla ve tıbbi cihazlarla idame ettiren biri kendisinin diğer insanlardan farklı olduğunu ve bu yaşam tarzının zorluklarıyla baş başa kaldığını anlıyor. Böyle doğmuş olmanın en büyük acısını bireyin kendisi çekiyor. Ebeveynlerin üzülmesi büyük bir tiyatrodan başka bir şey değildir. Bile bile ladese girilmiştir ve kaybeden çocuk olmuştur. Çünkü günümüzde artık nasıl bir bebek sahibi olacağınız aylar öncesinden belli oluyor. Siz de bu doğrultuda var olacak bir bebeği karşılıyorsunuz. Hasta doğacak olan bir bebeğin var olmasını istiyorsanız bu sizi merhametli veya vicdan sahibi ebeveynler yapmaz. Tam tersine gaddar ve düşüncesiz bir çift yapar. Hasta bir çocuğunuz olduğu için sizler de yaşamınızı kısıtladığınızı düşünebilirsiniz. Fakat bu tamamen sizin tercihiniz ve sizler böyle bir yaşamı seçtiniz. Böyle bir hayatı seçmeyen tek bir kişi varsa o da hasta bireyin ta kendisidir.
Yakın zamanlarda okuduğum bir kitap olan “Keşke Hiç Olmasaydık”ta geçen bir bölümde, bireyin (hasta olan) ailesine dava açma hakkının var olması gerekliliği benim oldukça ilgimi çekmişti. Adaletin ciddi anlamda var olduğu ülkelerde hasta bireyin böyle bir dava açması söz konusu olabiliyor. Fakat davanın somut olma durumu ile ilgili sorunlar da yok değil. Öncelikle böyle bir davanın açılması mahkeme için ciddi bir inceleme ve karar süreci gerektirecektir. Çünkü buradaki durum ebeveynlerin isteyerek ve bilerek bu kişiyi var etmiş olmalarıdır. Fakat burada devreye kişinin (anne karnında dahi olsa) yaşama hakkı giriyor. Ve bu durum ne yazık ki yaşamama hakkından daha baskın oluyor. Anne karnındaki bebeğe doğmak isteyip istemeyeceği sorulamayacağı bir gerçek. Durum böyle olunca da haliyle dava süreci hasta birey için ne yazık ki pek de olumlu seyretmiyor. Fakat unutulan nokta şu ki, anne karnındaki bebeğin yaşamak istediği kanısına nereden ve nasıl varılıyor?
Bütün bunları birleştirdiğimizde var olmak nasıl bir hak olarak görülüyorsa toplum tarafından, var olmamak da aynı düzeyde bir hak olmalıdır. Hasta bir şekilde doğan ve hayatını böyle idame ettirmek zorunda kalan bireyler, hastalıklı zihinlerin ve düşüncesizce verilen kararların birer kurbanı değil midir? Yaşayacak yıllarını ıstırap içinde geçirecek olmaları ve sonrasında bu acılarla yaşamlarının erken sona erecek olmalarının sorumlusu anneler-babalar değil de kimdir? Bu durum ebeveynleri sadist birer katile dönüştürmez mi?
Çocuk dünyaya getirmek nedense çok büyük bir marifetmiş gibi bir önem arz ediyor insanların hayatlarında. Üremek bu kadar matah bir şey olmasa gerek diye düşünüyorum. Dünyayı yeteri kadar işgal etmiyormuşuz gibi çoğalmaya devam ediyoruz. Fakat içinde yaşadığımız evimiz artık organik olmaktan ne yazık ki giderek uzaklaşıyor. Sentetik bir dünyanın içinde yaşıyoruz artık. Sanayileşme hat safhada. Robotik bir çağdayız. Ya da sanayi dilinde söylersem “Endüstri 4.0” çağındayız. Bu çağ, insan hayatını olabildiğince kolaylaştırmayı hedefliyor. Getirisi, büyük rahatlıktan başka bir şey değil. Bu devrim ile değerli zamanımızı artık daha fazla boş işlere ayırabiliyoruz. Çevremizdeki her şey hız odaklı. Her şeyi çok kısa sürelerde yapabiliyoruz. Fakat bu hız hayatlarımızı kolaylaştırmanın yanında beraberinde büyük felaketler de getiriyor. Sanayileşmenin bu denli artması ve özellikle denetim mekanizmalarının giderek esnetilmesi insan hayatına mal olacak etmenlerle geri dönüyor. Giderek artan kanser vakaları ve genimize yerleşen habisler bunun en büyük kanıtları niteliğinde.
Çoğalıyoruz. Evet, sürekli, her saniye çoğalıyoruz. Fakat her insan sağlıklı bireyler dünyaya getiremiyor ne yazık ki. Üstün körü bir hazzın sonucunda dünyaya gelen çocukların bazıları da ne yazık ki hasta olarak doğuyor. Öylesine bir artış var ki bu hasta çocuk doğumlarında şaşırmamak elde değil. Amerikan kuruluşu “Centers for Disease Control and Prevention” (Hastalık Korunma ve Kontrol Merkezleri)’ın internet sitesine baktığımızda durumun ne kadar ciddi olduğunu anlıyoruz. Öyle ki yapılan analizler ve araştırmalar sonucunda ABD’de her 4 buçuk dakikada bir dünyaya hastalıklı ve/veya engelli bir bebek geliyor. Bu da ABD’de yılda yaklaşık 120.000 bebeğin bu tür olumsuzluklarla doğuyor olduğunu gösteriyor. Bir de bunun globaldeki yansımasını düşünün! Genetik aktarım, doğum sırasındaki komplikasyonlar ve hamilelikte yaşanan psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklar sonucu dünyaya gelen bebekler de ne yazık ki hastalıkla beraber gözlerini açıyorlar. Bu noktada oldukça çetrefilli bir süreç başlıyor. Eğer ebeveynlerden herhangi biri genlerinde ciddi bir rahatsızlık taşıyorsa bunun bebeğe aktarılma yüzdesi bir hayli yüksek. Bunun bilincinde olup yine de çocuk sahibi olmak isteyen insanların sayısı da bir hayli fazla. Bir diğer durum da hamilelik esnasında annenin yaşadığı olaylar oluyor. Psikolojik travmalar geçiren bir anne, eğer bu travmalardan dolayı beslenmesini aksatırsa ya da zararlı maddeler tüketirse bu durumun negatif etkileri yine henüz doğmamış olanın başına patlayacaktır. Psikolojik travmanın yanı sıra fiziksel bir olumsuzlukla da karşılaşabilir anne. Bu durumda da karnındaki büyümekte olan bebek yine zarar
görecektir.
Resim Kaynağı: https://www.cdc.gov/ncbddd/birthdefects/facts.html |
Eğer böyle bir çocuğu dünyaya getirirsek hiç beklenmedik serzenişlerle karşılaşabiliriz. Şahsen, ben böylesi bir serzenişin kesinlikle olması taraftarıyım. Düşünsenize hasta bir çocuk her yeni yaşında yetişkinliğe doğru giderken olayın ne kadar vahim olduğunu iyice fark ediyor. Farkındalığı artıyor. Bebekliğinden beri yaşamını ilaçlarla ve tıbbi cihazlarla idame ettiren biri kendisinin diğer insanlardan farklı olduğunu ve bu yaşam tarzının zorluklarıyla baş başa kaldığını anlıyor. Böyle doğmuş olmanın en büyük acısını bireyin kendisi çekiyor. Ebeveynlerin üzülmesi büyük bir tiyatrodan başka bir şey değildir. Bile bile ladese girilmiştir ve kaybeden çocuk olmuştur. Çünkü günümüzde artık nasıl bir bebek sahibi olacağınız aylar öncesinden belli oluyor. Siz de bu doğrultuda var olacak bir bebeği karşılıyorsunuz. Hasta doğacak olan bir bebeğin var olmasını istiyorsanız bu sizi merhametli veya vicdan sahibi ebeveynler yapmaz. Tam tersine gaddar ve düşüncesiz bir çift yapar. Hasta bir çocuğunuz olduğu için sizler de yaşamınızı kısıtladığınızı düşünebilirsiniz. Fakat bu tamamen sizin tercihiniz ve sizler böyle bir yaşamı seçtiniz. Böyle bir hayatı seçmeyen tek bir kişi varsa o da hasta bireyin ta kendisidir.
Resim Kaynağı: https://genevievethauvette.com/2013/01/08/ottawater-rosemarys-baby/ Resim: Rosemary's Baby (Film) |
Resim Kaynağı: https://www.instagram.com/p/B6oQWZVJNzY/ |
Bütün bunları birleştirdiğimizde var olmak nasıl bir hak olarak görülüyorsa toplum tarafından, var olmamak da aynı düzeyde bir hak olmalıdır. Hasta bir şekilde doğan ve hayatını böyle idame ettirmek zorunda kalan bireyler, hastalıklı zihinlerin ve düşüncesizce verilen kararların birer kurbanı değil midir? Yaşayacak yıllarını ıstırap içinde geçirecek olmaları ve sonrasında bu acılarla yaşamlarının erken sona erecek olmalarının sorumlusu anneler-babalar değil de kimdir? Bu durum ebeveynleri sadist birer katile dönüştürmez mi?
Yorumlar
Yorum Gönder