Aç bir insan düşünelim. Bu aç insanın doyması gerekiyor. Doğal olarak karnını doyurması için de bir şeyler yemesi lazım. Evde yiyecekleri var. Köşede bir yarım ekmeği görüyor. Bu ekmeği yerse açlığını gidermiş olacak. Fakat bu yarım ekmeği yedikten sonra bir paket bisküvi daha görüyor kenarda bir yerlerde ve onu da yiyor. Sonra ocakta duran yarım tencere çorbayı afiyetle içiyor. O da yetmiyor. Buzdolabını açıyor. Dünden kalmış pastadan iki dilim var ve onu da midesine indiriyor. Yine de doymak nedir bilmiyor. Sebzelikteki üç domatesi, üç havucu ve iki salatalığı da hızlıca yiyip, bitiriyor. Bu defa da doymuyor. Evin içinde dört dolanıyor. Sinirli ve agresif bir ruh hali bürümüş kendisini. Neyse ki elindeki akıllı telefondan hemen dışarıdan yiyecek siparişi veriyor. Bunun aklına gelmesi kendisini çok mutlu ediyor. Fast-food dükkanlarından 5-6 çeşit yemek siparişi veriyor. Tatlısız olur mu? Her bir yemeğin yanına da birer tatlı siparişi geçiyor. Evine gelen bütün yiyecekleri de yarım saat içinde mideye indiriyor. Ve beklenen oluyor, karın bölgesinde sancılar baş gösteriyor. Fakat hala açlık hissediyor, hala yemek yemek istiyor.
Gırtlağına kadar mide özsuyu geliyor. Sürekli bir öğürme hissi var. Fakat bu defa da marketten sipariş veriyor. Abur cubur ne var ne yok ayağına getirtiyor. Yedikçe yiyor ve yedikçe spazmlar artıyor. Bulantı hissi sadece ağzından değil aynı zamanda burnundan da çıkacakmış gibi geliyor. Kalbine de ağrılar vurmaya başlıyor. Öyle bir hale geliyor ki neresinden tutarsanız orası bitik durumda! Fakat tüketmeye devam ediyor. Ve o an geliyor. Öyle bir kusuyor ki, midesine dolmuş ne varsa paramparça bir şekilde ağzından ve burnundan çıkıyor. Bir fosseptik çukuru patlamışçasına fışkırıyor bütün o pislikler. Bütün o leş ve kokuşmuşluklar..! Miyazaki’nin “
Spirited Away” adlı anime filminde hamama gelen bir ruh vardır. Bu ruh öylesine pistir ki, kokusuyla herkesi mahveder. Görünümü zaten çöp yığınını andırır. Hiçbir su arındıramaz onu. Daha sonra filmin başkahramanı “Sen”, ruhun vücuduna habis olmuş dikeni bulur ve diğer ruhların da yardımıyla çıkarır. Tonlarca pislik boşalır ve nihayetinde ruh pirüpak bir şekilde hamamdan ayrılır. İşte bizim aç adamımızın da durumu böyle olacakmış gibi gelir ama ne yazık ki o, her şey olup bittikten sonra (yani arındıktan sonra) tekrar ne varsa mideye indirmeye başlar.
Sizlere ufak bir hikaye yazdım aslında. Gelin bu hikayede bazı değişiklikler yapalım. Bu hikayede “aç adam” insanlığı temsil etsin. Yediği her türlü şey de dünyanın varlıkları olsun. Yani hayvanlar, ağaçlar, denizler, topraklar, hava, su kaynakları, fosiller ve daha bir sürü şey… Bunların sürekli tüketen insanoğlu kocaman, ürkünç dişlere sahip bir yaratığı andırmıyor mu sizce de? Dünya, geçtiğimiz yüzyıllarda çok fazla sınandı. Lepra ile kaos insanların yüzüne ve bedenine yansıdı. Kara Veba ile Orta Çağ Avrupası pisliğiyle kırıldı. Temizlenmek, arınmak öylesine zor oldu ki… Özellikle bu hastalık üzerine sayısız yazılar yazıldı ve sanat eserleri verildi.
Daha da geriye gidelim. İnsanın av aleti yapıp avlanmaya başlamasına, aslında hayvanları yemek gibi bir ihtiyacı olmasa da onların canlarına kastedip, onları yemesi ile ömürleri bir anda yarı yarıya düşer. Çiğ etten alınan parazitler, bakteriler, mikroplar ve virüsler o dönemde elbette bilinmiyordu. İnsanın aklına hiç gelmedi, kan revan içinde tükettikleri hayvan bedenlerinin buna neden olduğu. Öte yandan elbette ava giderken avlanma durumları da oldu. Ateş bulunup bu defa pişirilmeye başlandı hayvan uzuvları. Belki çiğ ete nazaran bazı tehlikeler ortadan kaybolmuştu ama insan açgözlüdür. Sürekli hayvan tüketimi yine insanın ömründen çalmaya başlamıştır. Ölüme karşı ölüm! Geçmişten günümüze aslında çoğunlukla hayvanlardan bize aktarılmıştır birçok mikroorganizmalar. Bu aktarım ise hayvanın kendisini yiyerek veya kendisinden besin elde ederek gerçekleşmiştir.
Şimdi gelelim günümüze, 21. yüzyılda dünya bir kez daha kusuyor. Sars, Domuz Gribi, Kuş Gribi, Ebola, Şarbon, Aids, Kanserler ve bu gibi tehlikeli vakalar hastalık boyutunda sinyaller olurken, depremler, yangınlar, seller, erozyonlar, tsunamiler, böcek istilaları da doğa ananın sinyalleri olmuştur. Bütün bu kaotik durumların dünyanın kusmasına neden olmaması nasıl düşünülebilirdi ki? Corona Virüsü (Covid-19) bu birikmişliğin patlama noktalarından sadece biri oldu ve yüzyıllar sonra pandemik salgın mavi küreyi sarıp sarmalamış durumda. Uzun yıllar sonra böylesine bir tehdit ile karşılaşan insanlık afallamış durumda. Sanki bu insanlık zamanında böylesi salgınlarla karşılaşmamış gibi bir havada. Özellikle virüsün patlak verdiği ilk zamanlarda bunun sıradan bir grip rahatsızlığı olduğunu düşünenlerle doluydu ortalık. Çünkü insanlığın güvencesi vardı. Bu ufak tefek virüsten korkacak bir şey olamazdı. İnsanlığın güvencesi “modern tıp” idi. Fakat şu unutuldu; modern tıp ileri görüşlülüğü sınırlı bir bilimdir ve ilaç sektörü gibi asla insan sağlığını birinci plana koymayan devasa bir sektör vardır. Araştırmalar hep virüsler veya türevleri mikroorganizmalar üzerine olmuyor doğal olarak. Böylesi bir durumla da karşılaşınca bütün güç ve yoğunlaşma her ne kadar bu durumun üzerine olsa da bu elbette bir süreç meselesidir. Bu süreçte de yine güçlü ülkeler aşı bulma yarışına girmiştir. Bu ülkelerin devasa ilaç firmaları kolları sıvamış ve bir an önce bu illetin aşısını bulmaya çalışmaktadır. Elbette bunun nihai amacı paradır. Aşıyı ilk bulan ülke hiç şüphesiz tüm dünyaya bu aşıları satarak çok büyük bir
iyilik yapmış olacaktır. Bu virüsün böylesine sansasyon yaratmasında ölümcüllüğünün yanı sıra neredeyse bütün mavi küreyi etkiliyor olması oldu.
Birçok salgın hastalık veya ölümcül hastalıkla mücadele etmenin yolu paradan geçiyor. Bunun aksi düşünülemiyor artık yaşadığımız kapitalist dünyada. Bugün AIDS yani HIV (+) virüsüne sahip bir Nijeryalı ile ABD’deki emekli bir basketbol oyuncusunun yaşam koşullarına bakalım isterseniz. Bakamadık. Çünkü Nijeryalı arkadaşımız AIDS’ten dolayı yaşamını yitirdi. Emekli basketbol oyuncusu mu? Yeşil banknotlar bitmediği sürece o, yaşamına devam edebilecek. Herkesin dilinde ise Corona’nın sınıf tanımadığını ve en fakirden en zengine kadar bütün insanlığı etkilediğini söylüyorlar. İşte bu koca bir yalan. En zengin parası ile her halükârda yaşıyor. Bu, hep böyle olmuştu ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Hiç kimse topu başkasına atmasın. İnsanlığın bitmek tükenmek bilmeyen tüketim hırsı bu hastalığı yaratmıştır. Mavi küreyi simsiyah dehlizlere, viran bir gezegene çeviren insanlığın ta kendisi değil midir? Karada, havada, suda olan bütün hayvanları ekmek arası yemedi mi? Yürüyen, sürünen, yüzen, uçan ayrımı yapmadan bütün hayvanları günlük öğün olarak görmedi mi? Corona Virüs, diğer birçok ciddi virüs hastalıkları gibi yine öldürülmüş hayvandan insana bulaşan bir hastalık oldu. Bazıları gibi biz yarasa mı yiyoruz sanki diye soranlarınız olabilir. Türcülük yapmadan şunu bilin ki; insanlık çürümüş dişleri ile önüne ne gelirse yiyor. Yeter ki tadı size güzel gelsin. Bugün haberiniz olmadan hayatta ağzınıza sürmeyeceğiniz bir hayvanı yemeğinizin içinde çok beğenerek yiyebilirsiniz. İşte bu kadar aslında durum!
Dünya kusuyor ve bu kusma, sonunda bir yenilenmeyi de beraberinde getirecek. Evet, milyonlarca insan ölebilir. Evet, yakınlarımız ölebilir. Ve evet biz de ölebiliriz. İnsanlık artık bazı şeylerin ciddiyetini kavramalıdır. Böylesi pandemik bir salgının sonucunda biz hala yok etmeyi ve suni yaşamı seçersek, işte o zaman geri dönüşü olmayan cezalandırmalara maruz kalabiliriz.
Not: Yukarıdaki Coronavirus Vakaları tablosu güncel bir akışa sahiptir. Bu resim sadece bu yazının paylaşıldığı günü baz almaktadır. Güncel bilgiler için resmin altında linke tıklayabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder